Gyeongbokgung Sarayı'nın bahçesindeki gölller büyüleyici güzellikteler. |
Mevlana der ki;
“Her gün bir yerden göçmek
Ne iyi
Her gün bir yere
Konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan
Akmak ne hoş
Dünle beraber
Gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa
Düne ait
Şimdi yeni şeyler
Söylemek lazım”
İşte burada ki “gitmek” fiiliydi benim
yaptığım. Dokuz ay Fransa’da kaldıktan sonra, uzaklara çok uzaklara uçmaktı.
Batılının kendini merkez kabul edip “Uzak Doğu” dediği yereydi yolculuğum.
Nereye göre doğu? Nereye göre batı? Ve nereye göre uzak? Ben uzaklara giderken
aslında, kendime, kendi içime bir yolculuk yaptığımın farkında değildim.
Gyeongbokgung Sarayı |
Öncelikle, Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının seyahat etmesinde ki ekonomik sebeplerden sonra vize probleminin
gelmesi hepimizce bilinen bir durumdur. Güney Kore Cumhuriyeti, girişinde
rahatlıkla vize alabileceğimiz ülkelerin başını çekmekte. Bunun birçok sebebi
var. Ama hiç kuşkusuz 60 yıl öncesine uzanan Kore Savaşı döneminden kalma tarihsel
yakınlığımız, bunun en büyük sebebi. Valizimin yanı sıra, yüklendiğim tüm bu
düşünceler ve karnımda kelebekler uçuşturan bir heyecanla gittim, bazılarına
uzak, bize yakın bu kardeş ülkeye.
Güney Kore, elli milyonluk nüfusunu
Türkiye’nin dokuzda biri yüz ölçümüne sığdıran, Uzak Doğu Asya’nın parlayan
yıldızı konumunda adeta. Aslında, Kore artık bölgesel bir güç olmaktan daha
çok, gelişen ekonomisiyle, dünyanın en büyük on birinci ekonomisi haline geldi.
Hepimizin bilindiği birçok markanın ana vatanıdır Güney Kore. Bunların başında
Samsung gelmekte hiç şüphesiz. Kore’nin en büyük şirketi olan Samsung için
Koreliler bile artık “Burası Kore Cumhuriyeti değil, Samsung Cumhuriyeti”
demektedirler. Aslına bakarsanız, bu durum 1980 sonrası askeri yönetimin, bazı
şirketleri desteklemesiyle oluşmuş, vahşi kapitalist düzeni getiren bir
sistemin sonucu. Ama Kore, kendi kültür birikimi ve çalışkanlıklarıyla, örnek
alınası bir sistemi kendilerine oturtmuş durumdalar. Öyle ki ne Avrupa’da ne de
Türkiye’de teknolojinin günlük hayatta bu kadar iç içe geçmiş bir örneğine daha
rastlamadım.
Seul’e varmak için önce dünyanın en
iyi iki metrosunu kullanmam gerekti. 9 katı aşan, duraklarının yerleşimiyle çok
kullanışlı ve bir karınca yuvasına benzeyen Paris metrosu, diğeri ise,
Sovyetlerin adeta güç güç gösterisinde bulunduğu ve her bir istasyonunun sanat
galerisi gibi tasarlandığı Moskova metrosu. Seul, bu iki şehrin metrosuna
nispeten çok daha genç bir metroya sahip. Benim en çok dikkatimi çeken özelliği
ise, temizliği oldu. Gerçekten oldukça aydınlık ve düzenli olan bu metronun,
her gece özel kabinlerde yıkandığı ve içinin her gece silinip, ilaçlanıp
dezenfekte edildiğini sonradan şaşkınlık içerisinde öğrenecektim. Bu durum New
York metrosu için bir hayal bile olamaz. Metronun bir başka dikkat çeken tarafı
ise, yaşlılar bölümü. Evet, kültürlerini modernlikle başarıyla birleştiren bir
ülke, Güney Kore… Metrolarında, sadece hamile bayanların ve yaşlıların
oturabileceği özel bölmeler var ve tıklım tıklım dolu olduğu zamanlarda bile
buraları boş olarak göre bilirisiniz.
Gyeongbokgung Sarayı'nın bahçesindeki gölller büyüleyici güzellikteler. |
Belki de bu noktada biraz daha Kore kültürüne değinmek gerekiyor. Kore, kilometrelerce uzaklıkta olmasına rağmen, Türkiye’nin uzak doğudaki karşılığıdır. Bunun üzerinde biraz kafa yorunca sebebi de ortaya çıkıyor: Saygı. Hem Kore hem de Türk kültürünün saygı üzerine inşa edilmiş olduğunu görüyorsunuz. Kültürün ayrılmaz bir parçası olan dil ise belki de bunun kanıtlana bilirliğini kolaylaştırıyor. Bir örnek vermek gerekirse, ne İngilizcede ne de Fransızcada, Türkçemizde bulunan saygı kelimelerinin anlamlarını bulamıyorsunuz. Kendinizden büyük ama “Madame” diyemeyeceğiniz kadar samimi olduğunuz bir Fransız bayana ismiyle hitap etmeniz gerekiyor; yaşı sizden ne kadar büyük olursa olsun. Ya da “abi-abla” kelimelerinin tam karşılığını bulamıyorsunuz. Oysaki Korece bu konuda Türkçe’ den belki de daha da özenli. Cinsiyete göre bile değişir bu saygı kelimeleri. Mesela kızlar abi için “oppa derken, erkekler “hyoung” diyorlar. Abla kızlar için “unni” iken erkekler için “nuna oluyor. Ve kesinlikle sizden bir yaş bile büyük olsa, yine de saygı ifadelerini tam kullanmanız gerekiyor. Aksi durumlar çok kaba olarak karşılanıyor.
KÖTÜ
HER YERDE KÖTÜ
Seyahatlerimde, göğüs kısmında fermuar
cebi bulunan özel bir atlet kullanıyorum. (size de mutlaka tavsiye ediyorum) Bu
cebe, fazla paramı, pasaportu ve oturma izni gibi önemli belgelerimi koyuyorum.
Kore’ye giderken de öyle yaptım. Lakin ilk dakikadan itibaren sizi saran nemden
ötürü, üstümü değiştirdim ve atletimi sadece bir saniyeden bile kısa zaman
diliminde düşünerek, çantama kattım. Arkadaştan öte, kardeşim Hyung-suk beni
karşıladı ve küçük bir turun ardından Busan’a gitmek üzere beni trene bindirdi.
Her zaman olduğu gibi, elimizde ki olasılıkları sundu ve seçimi bana bıraktı.
Birincisi Fransa’nın TGV’leri gibi hızlı tren olan KTX ya da bizim Anadolu
trenlerimize benzeyen Mugunghwa (hatmi çiçeği anlamına gelir ve Kore’nin milli
çiçeğidir) treni. Yaklaşık olarak yarı yarıya daha ucuz olan Mugunghwa Treni
süre olarak iki kat yavaş. Yaklaşık olarak 25.000 won kar etmek için,
Mugunghwa’yı tercih ettim. Vagondaki boş yere konulan valizimi ben de koydum.
Ama görünüş bakımından, buram buram turist olduğum belliydi. Bu tren, taşralara
kadar duran, adeta dolmuş işlevi görüyor. Saatlerce uçmanın ve zaman değişimin
verdiği etkiyle, ben hemen uyuya kaldım. Ne kadar sonra olduğunu bilemiyorum,
tuvalete gitmek için kalktığımda, deyimin yerindeyse “valizimin yerinde yeller
esiyordu”. İlk önce bir yanlışlık olduğunu düşünüyorsunuz bu durumda, çalınmaya
ihtimal vermiyorsunuz. Görevliyle birlikte treni alt-üst etmemize rağmen
valizimi bulamadık. İşte orada acı gerçekle yüzleşiyorsunuz. Ama trende yanımda
oturan genç bayan ve görevli hiç yalnız bırakmadılar beni, gereken anonşlar
yapıldı ve trenden ildiğimde beni arkadaşlarım Namik, Sieun ve bir de polis
memuru bekliyordu. İki saat kadar ayrıntılı bir şekilde ifade verdim. Karakolda
14 sayfalık rapor yazıldı, belki sigortam karşılar diye. 14 sayfayı da katlayıp
birleştiği yere parmak bastım. Bir zaman sonra eğlenceli bir uğraşa döndü. O kadar
iyi bir muamele gördüm ki, polis abilerle çıkışta kol kola fotoğraf bile
çektirmeyi ihmal etmedik. Tüm kamera kayıtlarına bakıldı ve birkaç defa da
arandım ama maalesef bir sonuç çıkmadı. Ama ben hala pasaportumun, paramın,
oturma izni ve tabletimin benimle olmasının büyük bir şans olduğuna inanıyorum.
Rengarenk bir labirent gibi kutu evler Gamcheon Cultural Village
Gökyüzüne
Yükselen Merdiven: Gamcheon-Dong
Halmonilerin (Büyükanne) sevgilisi HKB :) |
İşte bu noktada sivil toplum örgütleri
ve bir avuç gönüllü devreye girmiş durumda. Boşalan ve sahibi olmayan bazı
evler, özel sanatsal galeriler haline getirilmiş. Evlerin bakımında da yardımcı
olmalarının yanında, ünlü metal sanatçısı Young Sup Jin’in de büyük bir
özverili çalışmaları, bu yıl Gamcheon’un Asya’nın en güzel köyü ödülü almasını
sağladı. Balıkçılıkla ünlü olan Busan’da, binlerce eski balık kasalarının
parçalarını, halk ile birlikte boyayarak, köyün dar sokaklarını
renklendirdiler. Öyle ki artık yolunuzu kaybetmek pekte mümkün değil, tek
yapmanız gereken rengârenk balıklarının ağzı yönünde ilerlemeniz. Bu denli
çalışmalar artık hükümetinde dikkatini çekmiş bulunmakta ve artık yok olup
gitmekten kurtulan Gamcheon’un geleceğine daha iyimser bakmaktalar. Bence işin
sırrı kendini adanmışlıkta yatıyor. Gönüllülerin heyet başkanı elli beş
gösterdiği için seksen yaşında olduğuna kimseyi inandıramıyor.
Gamcheon’dan benim gibi birkaç Korece
kelime öğrenerek, günlerinin çoğunu kapılarının önünde geçiren babaanneler ve
dedelerle iletişime geçmeniz çok kolay. Size ilk yapacakları, Kore’de oldukça
pahalı olan karpuz önermek olacaktır. Onları özlemediğim tek bir günüm bile
geçmiyor.
Balkonumuzdan Gamcheon |
Busan
’da Yeniden Bir Türk Genci
Kamp sırasında bin üç yüz yılı aşkın yaşıyla
Kore’nin en önemli Budist tapınaklarından biri olan Beomeosa Tapınağını da
ziyaret etme şansı yakaladık. Burada, bize İngilizce bilen yaşlı bir Budist
rehber eşlik etti. Merdivenleri çıkarken, nerelisiniz diye sordu ve çıkmaya
devam etti. Her birimiz teker teker nerelerden geldiğimizi söyledik: Tayvan,
Japonya, Hong Kong, İspanya, Irak, Rusya, Zimbabwe ve Türkiye dediğim anda bir
anda durdu ve dönüp yanıma geldi. Elini omzuma koyarak “Türkiye bizim en dost
ülkemizdir” dedi. İşte o an, benimle birlikte getirdiğim duyguların boş
olmadığını gördüm. Orada bulunan herkesten bir farkım olduğunu da… Bu duruma
birçok defa şahit oldum. Açılışlarda, takside, müzede, bir yeri ziyaret
ederken… En önemlisi de; UN Park’ı ziyaret ederken…
UN Park, Birleşmiş Devletlerin Kore Şehitliği ve bu
şehitlikte ki en önemli yerlerden birini de Türkiye alıyor. On beş bin kişiyle
katıldığımız Kore Savaşında binin üzerinde kayıp veriyoruz. UN Park’ta ise 462
tane gerçek beden yatıyor bizden. Hayatımın en dokunaklı ziyaretiydi şüphesiz.
Gözyaşlarınız kontrolünüz dışında süzülüyor. Bayrağımız ve toprağımızın
arkasında, her biri güller içinde, ay-yıldızlı taşlar parlıyor. İsimler çeşit
çeşit… Listeden bakıyorum, dört Kadir bir tane de Hikmet var şehitlerimizin
arasında. Taşların arasında yürüyorum yavaş yavaş, bir tane “KADİR” ismi gözüme
ilişiyor. Yaşı 22… Benim bu topraklara geldiğim yaş… Bundan tam altmış sene
önce neresi olduğunu bilmediği topraklara gelen ve burayı kanıyla şereflendiren
Kadir yatıyor önümde. Burası özgür kalsın diye, toprağın altına giriyor genç
yaşında. Şimdi bir Kadir toprağın altındayken, diğeri üstünden ona Fatiha
okuyor. Memleketinden selam getiriyor.
İşte gözyaşları içerisinde şöyle dedim Namik’e:
“Burada sadece 462 tane beden değil, 462 tane baba ve 462 tane de anne
yatıyor…”
Geleneksel Kore kıyafetleri Hanbok |
Kore
Yarımadası Ve Japonya
Busan sadece
UN Park ve savaştaki rolüyle değil, konumu gereği Japonya’yla olan tarihsel
bakımdan da önemli bir şehir. Japonya ne zaman adadan dışarı çıkmak istese, hep
Kore yarımadasını işgalle ve de hep Busan’ı işgalle başlamış. Öyle ki Busan bu
dönemde Japon emperyalizminin en büyük limanlarından biri haline gelmiş. Kore
günlük yaşantısında bile bu Japon kolonisinin izleri hala görünmekte. Gerçekten
de, Kore’nin tarihi sarayları ya da mekânlarını gezerken kronolojik olarak
karşımıza, “1468 tarihte yapıldı sonra Japonlar tarafından yakıldı, sonra
tekrar inşa edildi, sonra tekrar yıkıldı” örnekleri çıkıyor. Hiç şüphesiz, bu
kültürlerini de etkileş, mesela önceden Kore Mutfağı bu kadar acı değilmiş.
Tarihi sorgulamak değil işimiz ama bir olay var ki Koreliler bunu asla
affedemiyorlar.
Çeşit çeşit ve rengarenk yelpazeler alıcılarını bekliyor. |
O da, ikinci dünya savaşının hemen öncesinde gelişen
Japon emperyalist ordularının ihtiyaçlarını karşılamak üzere Kore başta olmak
üzere sömürü ülke kadınlarından bir seks ordusu yapılması! 15 Ağustos Kore’nin
Japon kolonisinden kurtuluş yıl dönümü ve bugün takdire şayan bir protestonun
günü. Binlerce Koreli her 15 Ağustosta, Japon Büyükelçiliği önünde oturma
eylemi yapıyor. Sadece gidip elçiliğin önünde oturup bu olayı protesto
ediyorlar. Ben oradayken, özellikle sabah erken kalkıp elçiliğe gittik lakin bardaktan
boşalırcasına yağan yağmur bizi metro istasyonundan dışarı bile çıkartmadı. Bu
durumu, Samsung-Sonny çekişmesinden tutunda, olimpiyatlarda Güney Kore Futbol
takımının Japonya’yı yenmesinin milli bir olay haline gelmesinde bile
görebilirisiniz. Yine büyük bir şanstır ki, bu kutlamalara şahit oldum.
Kore
Mutfağı ve Biz
Masa içindeki mangal ve çeşitli mezelerle KALBİ! |
Türk mutfağının vazgeçilmezi ekmeği, Uzakdoğu
mutfaklarında bulmak imkânsız. Kore’de onun yerini size sıcacık metal kaplarda
servis edilen pirinç lapaları ve Kimchi (kimçi) alıyor. Kimchi, bizdeki lahana
turşusununu anımsatsa da tat olarak farklılıklar barındırıyor. 200 çeşit kimchi
bulunmasıyla birlikte, en bilindiği tatlı turptan ve bir çeşit lahanadan
yapılan. Acı sosla ve bol biberlerle yapılması usulden geliyor. Kampta ki
kimchileri yemeğe başlamışken, Hyung-Suk’un evinde ki kimchilerin bir parçası
bile gözlerimi 360 derece dönüp, görüntünün birkaç saniyeliğine kararmasına
sebep oluyor. Çubuklarla yenilen kimchi, bir kaşık lapa ve yosun çorbası güzel
bir öğün yemek Kore’de.
Lütfen abarttığımı sanmayın ama Kore yemeklerine
alışma süreci gerekiyor, tabi ardından da bağımlılık yapıyor. Örneğin Bibinbap.
Temelde birçok farklı malzemenin bir kap içinde sıralanıp, ayrı bir kapta
servis edilen pirinçle karıştırılarak oluşan, bulabileceğiniz en “helal” yemek.
Bunun haricinde, Busan’ın sıcak havasında bire bir
gelen Muyangdong ya da çeşit çeşit makarnalarda mevcut değil. Özellikle sizi
adeta kendi masanda kendin ye, kendin pişir restoranlarında Kalbi yemeği
öneririm. Yemekler geleneksel olarak yerde yeniliyor. Ve masanın ortasında bir
çeşit mangal bulunuyor ve burada soslu etinizi makas yardımıyla kendiniz
pişirip anında istediğiniz gibi de yiyorsunuz. Kore barbeküsü, sadece bir yemek
değil aynı zamanda da kültürel bir olay. İş görüşmelerinden tutun da arkadaş
buluşmalarının ilk durağı…
Busan |
Seul’
de Gezilecek Yerler
Yeni bir kültürü öğrenmekten zevk alıyorsanız, Seul’u
gezmek için birkaç haftadan fazlasına ihtiyacınız var demektir. Seul Kore
Savaşı sırasında çoğu yıkılıp yeniden inşa edilmiş olsa da, beklentilerinizin çok
üzerinde bir şehir. Her şeyden önce dünyanın en kalabalık başkentlerinden
biridir Seul.
Gezmeye ilk başlayacağınız yer kesinlikle Gyeongbokgung
Sarayı olacaktır. Burası biz de ki Topkapı sarayına denk gelmektedir. Kralın
günlük işlerini hallettiği ve yabancı elçileri ağırladığı yerde dâhil almak
üzere birçok bölmesi mevcuttur. Çok geniş bir yerleşkesi olan bu saray
günümüzde eski ihtişamına kavuşturulması çalışmaları devam etmektedir. 1395
yılında inşa edilen saray aynı zamanda Joseon Hanedanlığının da ana sarayı
olarak kullanılmıştır. İlk Japon istilasında tamamen yakılan alan önceden adeta
bir şehir havasında iken şu an binalar seyrektir. Bu da yaz aylarında ziyareti
oldukça zorlaştırıyor.
Sarayın içinde bulunan havuzlu bölmeler gerçekten de
görmeye değer bir güzelliktedirler. Özellikle nilüfer çiçekli göller ortasında
ki köşkler.
Gyeongbokgung'ga ki Secret Garden'da ki küçük göletler |
Saraya girişte kombine bilet almanız çok daha ekonomik olacaktır. Seul’de artık şehir içinde kalan birçok irili ufaklı saray bulunmaktadır. Buraya çok daha uygun fiyatlarda sıra beklemeden girebilirsiniz. Bunlardan biri hemen Gyeongbokgung’un arkasında bulunan Secret Garden diye anılan ve sadece kral ailesi ve hocalarının girebildiği özel bölgede dâhildir. Ölmeden önce görülesi bu yerde adeta kendinizi özel hissedecek ve zamanın birkaç yüzyıl geriye alındığını farkedeceksiniz. Bir de eğer yorulmadan Şiir Bahçesine giderseniz işte o zaman Cennet’in buraya benzer bir yer olduğunu düşünmeden edemeyeceksiniz. Ormanların içinde, yaklaşık beş- altı kök ve hayat çeşmesinden sızan su sizi başka diyarlara götürecek. Tek problem, gözünüzü bile açmanıza izin vermeyen sivrisinekler olacaktır ki burada mecazi bir anlatımdan öte gerçekçi bir anlatım vardır. Sözün kısası gözünüzü açtığınız an, gözünüze giriyorlar. İşte o zaman cennetin buradan çok daha güzel bir yer olduğunu anlamam için sivrisinekler, bana cevap oldu.
Sarayın hemen yanında bulunan Korean Folk Museum ise
sizi ilk çağlardan, günümüze uzanan ve Kore kültürünü daha iyi anlamanızı
sağlayan bir seyir sunmaktadır.
Gyeongbokgung Sarayı’nın hemen önünde merkezi
Gyeongbokgung Meydan’ı bulunmaktadır. Bu meydanda ise dikkatimizi iki Kore
kahramanının heykelleri çekiyor. Bunlardan ilki büyük Kore kralı, Kral Sejong.
Kendisi Kore alfabesi başta olmak üzere birçok icadında mucidi bir bilge-kral. Sejong Kore kültürünün temel taşlarının oturmasında da kilit rolü oynamakta. Heykelin hemen altında, Sejong Müzesi bulunmakta. Diğer tarafta ise ünlü Koreli Amiral Yi Sun-Si ye ait. Kendisi Japonlara göz açtırmamasıyla meşhur. Bir keresinde üç yüz Japon gemisine karşı on iki gemiyle galip çıkıyor ve aynı zamanda kendisi de birçok gemi tasarlamış. Heykelin hemen altında onun da müzesi var. Önün de ise, “ah çocuk olsam ben de” denilesi fıskiyeler ve içinde sırılsıklam oynayan Koreli çocuklar.
Büyük Kral Sejong'un heykeli ve Kültür Merkezi |
Kendisi Kore alfabesi başta olmak üzere birçok icadında mucidi bir bilge-kral. Sejong Kore kültürünün temel taşlarının oturmasında da kilit rolü oynamakta. Heykelin hemen altında, Sejong Müzesi bulunmakta. Diğer tarafta ise ünlü Koreli Amiral Yi Sun-Si ye ait. Kendisi Japonlara göz açtırmamasıyla meşhur. Bir keresinde üç yüz Japon gemisine karşı on iki gemiyle galip çıkıyor ve aynı zamanda kendisi de birçok gemi tasarlamış. Heykelin hemen altında onun da müzesi var. Önün de ise, “ah çocuk olsam ben de” denilesi fıskiyeler ve içinde sırılsıklam oynayan Koreli çocuklar.
İmrenmemek elde değil |
Seul Merkez Cami |
Kilometrelerce uzağımızda, bir o kadar da yakınımda
olan Güney Kore size keşfedilmeyi bekleyen nice gizemler sunuyor. Yurtdışı ya
da tatil deyince aklıma gelen görüntünün Eiffel kulesinin arık dışına çıkması gerektiğini
düşünüyorum. Artık, Uzakdoğu’nun da farkına varmanın zamanı geldi. Eşsiz bir
kültürel zenginliğin kapısını aralamaktan emin olun büyük mutluluk
duyacaksınız. Güney Kore işte bu konuda beklentilerin üstünde bir ülke olarak
önümüze çıkıyor ve ziyaretçilerinin hafızalarında muhteşem hatıralarla, tekrar
gelme dilekleriyle gönderiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder