Sanat bir yetenek mi bilemiyorum. Ama sanat kokan bir evde büyümenin büyük bir fark yarattığı ortada. Türk Müziğinin unutulmaz ismi sevgili Münir Nurettin Selçuk. Ve o babanın oğlu Timur Selçuk.
Bundan uzunca bir zaman önce, Bir İstanbul Masalı dizisi yayındayken, bir bölümde şarkıya dikkat çekilerek yayınlandı. Sonrasında büyük bir ilgi gördü. Oğul Selçuk'un Babamın Şarkıları albümünden "Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın" bizlerin yüreklerini yeniden ısıttı.
Bestenin yanı sıra, güfte içimizi sızlatıyor:
Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın, Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın, Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı; Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
Bu aslında bir şiir, hem de Ümit Yaşar Oğuzcan imzası taşıyan bir şiir. Kısaca anlatmak gerekirse.
Şiirin hikayesi üzerine çekişli rivayetler var. Her ne kadar emin olamasak da Ümit Yaşar Oğuzcan'ın genç yaşta intihar eden oğlu Vedat Oğuzcan'a yazdığı söylenir. Ümit Yaşar Oğuzcan'ın sürekli intihar teşebbüsünde bulunduğu bir evde büyüyen oğlu, sonunda kendini Galata Kulesinden atar. 17 yaşında hayatına son veren Vedat'ın elinde "Baba, intihar öyle değil, böyle edilir!" diye bir kağıt bulunduğu söylenir. Bu acıyı Oğuzcan başka bir şiirinde anlatacaktır...
Takıntı şarkı dediğin bu değil ise başka nedir? Yatmadan önce mırıldanıyorum. Rüyamda görüyorum ve söylediğim kişinin ellerini tutuyorum. Uyandığımda kaldığım yerden devam ediyorum.
Beni her yönden etkileyen az şarkıdan biridir, "Baby Can I hold you tonight?". Sözlerinin anlaşılabilirlikte ki sadeliği, söyleyenin sesinin titremesi, yüz ifadeleri ve duygunun basit ama bir o kadarda derin ifadesi.
Bestesinden daha çok güftesini beğendiğim tek yabancı şarkı olsa gerek benim için. O kadar çok şey söylemek isterdim ki bana hissettirdikleri hakkında, belki o yüzdendir sürekli yazmayı ertelemem.
Pamukkale Yol dergisini okuyorum ki muhtemelen Denizli'ye gidiyorum. Dergide bir yazı dikkatimi çekti, başlığını hatırlayamasam da o yazı, beni Tracy Chapman'la tanıştırdı. Yazarın, içten ve olanca hayranlığı ile kendisinden bahsedişi ve de şarkılarını otobüsün müzik listesine eklemeleri, sesini ilk duyuşuma vesile olmuştur.
Buğulu bir siyahi sesi, kadın veya erkek çizgilerinin ötesinde... Yazarın söylediğine göre kendisinden konuşmayacak ve hatta konserlerde konuşamayacak kadar çekingen bir kadın. Evet, yazar da Chapman'ın kadın olduğunu duyunca epey şaşırdığını itiraf ediyor. Ben sadece duyguların cinsiyeti olmadığını gösterdiği için memnun oldum. Ama biraz meraklı bir kişilikseniz, internette ki fotoğraflarının ne kadar bu çizgiyi silikleştirdiğini göreceksiniz. Zaten çok acıdır ki YouTube videolarının altındaki yorumlardan biri sesi, diğeri ise görünüşü hakkındadır.
Çok iyi tanımıyorum kendisini, dergi yazarının söyledikleri kadarıyla, ilk albümü "Fast Car" inanılmaz bir çıkış yapmış ama sonrasında hayranları kendisine 4 Grammy Ödülü getiren bu albümün tadını diğerlerinde alamamıştır.
Ben de en çok iz bırakan şarkısı "Baby Can I hold you tonight?" olsa da size şiddetle Fast Car albümünün tamamını dinlemenizi tavsiye ederim. Özellikle "Fast Car" ve "Give me a Reaseon" dikkatinizi çekecektir.
Tabi bu şarkının bana kimi hatırlattığı ve rüyamda kimi gördüğüm ise bambaşka bir konudur. :)
İşte size taze taze bir Takıntı Şarkı daha. Şu aralar en çok dinlediğim şarkı. Neden mi?
Gürültüyü sevemedim bir türlü. Ne iş yapıyor olursam olayım, ki özellikle ebru, kesinlikle kulağıma hoş gelen bir şeyler dinlemek isterim. Enya ya da Yansımalar en çok tercih ettiğim gruplar.
Sözleri takip etmek yerine sözleri kendim o anda ne hissediyorsam onu yazmayı tercih ediyorum. Hal böyle olunca, Secound Moon grubunun Ice Pond yani Buz Gölü benim vazgeçilmezlerim arasına giriyor. Melodi olarak basit bir parçanın farklı aletlerle tekrarı olarak gelişse de, beni benden almaya yetiyor da artıyor. Sanki tek eksik içinde biraz Türk Klasik Müziği sazlarıymış gibi.
Çok kızıyorum kendime bazen, nota bilmediğim ya da en azından bir müzik aleti çalamadığım için.
Lakin Ice Pond'un başka bir özelliğine de değinmek istiyorum. Kore dizi ve filmlerini hep çok dolu bulmuşumdur. Neredeyse her birinden kendime takıntı şarkı çıkardığım oluyor. Ice Pond ise bana Goong yani Türkçe karşılığıyla, Düşlerimin Prensinden hediye. Diziler ya da filmlerin hikayeleri bazen müzikleri daha da anlamlı kılabiliyor. Ya da tam tersi... Söylemesi benden, karar vermek sizden...
Ne yazmalıyım, nasıl başlamalıyım bilemiyorum. Yabancı şarkıları severken tereddüt etmedim. Müzik evrenseldir dedim her zaman. Ama ya besteyle birlikte güfte de sizin ruhunuzu okşuyorsa? İşte hal böyle olunca karşımıza yıldızlı bir takıntı şarkı çıkıyor. Nazende Sevgilim, nasıl ve nerede karşılaştığımı hatırlayamıyorum. Belki de Fatma söylemişti bana. Melihat Gürses yorumuyla? Bilemiyorum. Ama ben en çok Figen Genç yorumuyla Başka Dilde Aşk filminde kesintilerle hazırlanan klibini sevdim. Birçok kişi söyledi bu parçayı ama nedense ilk duyduğum yüreğimi ısıttı. Tabi ki Azeri müziğinin unutulmaz ismi Reşid Behbudov taş plak kayıdını da dinlemeniz tavsiye olunur.
Aslında Nazende Sevgilimi böylesine sahiplenip hayranlıkla bahsetmem biraz bencilce olacak. Burada zikretmem gereken isimler var. Reşat Kağan ve Arzu... Fransa'dayken sürekli mektuplaştığım Arzu Ablama bir kart gönderdim. İçine de Nazende Sevgilimin sözleriyle birlikte. Güzel sesli ablam, üç yaşındaki yeğenimiz Reşat'a öğle uykularında söylemeye başlamış bu şarkıyı. Ardından da başına bela almış. Bizim ufaklık, Nazende Sevgilim olmaksızın uykuya dalmaz hale gelmiş.
İyi Dinlemeler...
3 Idiots! Türkçesi 3 Ahmak! Sadece bu film üzerine bir yazı yazabilirim. Belki de yazmalıyım lakin şimdi değil. Şimdi filmin müziği hakkında biraz konuşmak istiyorum. Eğer 3 Idiots'tın müziklerinden bahsediyorsak, "All is well" diğer bir deyişle "Al iz vel"den başlamak gerekir. Hiç şüphesiz o da çok eğlenceli ve defalarca sıkılmadan izleyip dinlenilesi lakin ben de hiç bir şekilde "Zubi Dubi" kadar etki bırakmadı. Neden mi? Bilmiyorum!
Ama bir belki bir fikrim olabilir. O da; iflah olmaz bir aşık yok pardon aşka aşık bir adam olmamdan ötürü olabilir. Hatta biraz daha ilerletip işi hep sizinle bir sırrımı paylaşıyorum. Biraz daha yaklaşın... Evet, orada dans ettiğimi hayal ediyorum. Ki ben eğilmez bükülmez ve asla eğitilemez bir vücuda sahipken... Varın gerisini siz düşünün. Daha fazla açıklama yapmaya gerek yok, yoksa ağzımda ki baklalar birer birer dökülecek. Sadece şunu ekleyip bitiyorum. Sınav dönemleri başta olmak üzere mutsuz anlarınızda izleyip, karşısına geçip dans etmekten kurtulamayacaksınız. İyi seyirler, iyi dinlemeler.
Takıntı Şarkılar'ımıza yine bir Meiko Kaji klasiğiyle devam ediyoruz. İlk şarkımız kendisinden idi... Şimdi biraz da bu güzel sesli ve yüzlü Japondan bahsedelim.
Meiko Kaji, Japonların bizde ki arabesk sayılan fantezi müziği olan Enka'nın bir temsilcisi. Şimdiki Japon gençler Enka'ya pek rağbet etmeseler de yaşlı başlı Japon amcalar hala dinliyormuş. (Gitmediğim için daha görmedim ama öyle duydum)
1947 doğumlu Meiko Kaji, 84'de çekilen "Lady Snowblood" filmin baş rolü oynar. Bu film Kill Bill serisine hayat veren Quentin Tarantino'yu derinden etkiler ki zaten şarkının klibi bu filme aittir. İzleyince Kill Bill'imsi hareketler sizin de gözünüze çarpacaktır. Filmde Meiko Kaji'nin Urami Bushi ve Shura No Hana şarkıları kullanıldıktan sonra Japonya'da albümleri tekrar yayınlanmaya başladı.
Peki şarkı neden güzel?
Başında ki "dırınin dirinin" bir aksiyon filmindeymişcesine sizi ürpertiyor. Ardından da ismini bilmediğim o Japon flütü başlıyor. Tabi Meiko Kaji'nin sesi de tuz biber...
Tavsiyem, filmin klibini izleyin ve ardından da Oren Shi'nin ölüm sahnesini...
Evet bu yıl (2013) haziranın başlarında sabah akşam dinlediğim finallere birlikte hazırlandığım kişi Meiko Kaji'dir. İtiraf ediyorum. Kendisi bana bir lütuf olarak gelmiştir. Aslında biraz utanç verici olduğunu kabul etmek lazım gerek.
Her final dönemi yaklaşınca Antalya'nın sıcak havasıyla birlikte, nedense canım ders çalışmak yerine başka uğraşlar arama yoluna gider. Bakınız aralıksız YouTube'tan video izleme. İşte yine böyle bir final döneminde nedensiz yere Kill Bill'in parçalarını izlemeye başladım ve özellikle de serinin birinci filminin son sahnesi güzeller güzeli Oren Ishi'mizin kılıç savaşı. Uzun sözün kısası bu sahnede çalan şarkıyla başlıyor bizim de hikayemiz. Ve sonra... İşte gece gündüz dinlediğimiz Japan enka sanatçısı Meiko Kaji... İyi dinlemeler efendim...
Sabah, öğlen, akşam, aç tok karnına fark etmez... Hatta gözünüzün çapağını silmeden belli bir süre deli gibi dinlediğiniz. Dinledikçe kendinizden geçip tekrar dinlediğiniz şarkılara "Takıntı Şarkılar" denir.
Takıntı Şarkılar üç şekilde ortaya çıkar:
Bir yerde hatta alalade bir yerde kulağınıza bir şey çalınır. Sözlerini bile çıkartamazsınız. O kadar belli belirsizdir ya da çok net bir şekilde bir parçasıdır. Sözlerini bilmeden mırıldanmaya o güzel şarkıyı katletmeye başlarsınız. Kuvvetle muhtemel sonradan biri size bunu dinletir ya da televizyonda görürsünüz. Ve dersiniz ki; "Yah ben de bu şarkıyı duyuyorum diyordum hep bu mu söylüyormuş" ya da "ahh bu filancanın şarkısıymış" Ardından o şarkı, sizin "takıntınız" haline gelir.
İkinci yöntem benim hayatımda çokça gerçekleşir Kısacası tanıtma dediğimiz yöntemle ortaya çıkar. Bir arkadaşınız size YouTube'tan şarkının linkini atar. Ya da şöyle der: "Ahh bak sen bu şarkıyı hiç duymuş muydun?" Nokta. İşte o zaman hiç duymadığınız şarkı sizin kanınıza girer.
Son yöntemimiz ise benim en vazgeçilmez "takıntılara takılma" yolumdur. Film ya da dizi gibi görselliklerin arkasında fon müziği olarak kullanılarak keşfedilen ve keşfedildiği gibi bağımlılık yapan şarkılar.
Bu "Takıntı Şarkılar", hayatım gibi epey bir çeşitlilik gösteriyor. Zaman zaman değil çoğu zaman... Aralarında hiç duymadığınız Japonca, Korece, İngilizce, Ermenice, Azerice şarkılarla birlikte vazgeçilmez Türkçe şarkılarımız da var.
Biliyorum, sizin de takıntılarınız var! Ama şimdi hatırladığım kadarıyla eski ve oldukça da yenilerini sizinle buradan paylaşacağım. Takipte kalın!
"More Than Blue" adlı akıllara zarar bir Güney Kore filminin esas şarkısıdır. Filmin konusu bur şarkı üzerine kurulmuştur. Sözleri insanı ağlatmaya kafidir...
Erkan Oğur (solda) - İsmail Hakkı Demircioğlu (sağda)
Şöyle başlamamalı cümleler, “Ben Fransa’dayken…” Ama yine de bu yazıya böyle başlamamak için üstün bir çaba sarf etmeme rağmen kaçınılmaz son ben yakalar.
Efendim, ben Fransa’da EVS yani AGH yaparken herkes gibi anadilime mahrum kaldım. Sabahtan akşama kadar Fransızca ve İngilizce duymak anlamak ve konuşmaya çalışmaktan, uzun süre baş ağrılarıyla gezdim. Şunu söylemeliyim ki eğer aynı durumdaysanız ve baş ağrıları çekiyorsanız, bu çok normal. Yapmanız gereken uyku düzeninizi sağlamak ve dinlenmek.
İşte bu zaman içerisinde sürekli dinleyerek dinlendiğim isimler başında geliyor, Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu!
29 Aralık 2012 Antalya Konserinden :)
Bundan uzunca biz zaman önce, babam elinde Gülün Kokusu Vardı kasetiyle eve geldiğinden beri bu kaset bizim uzun yol yoldaşımız haline geldi. İlk başta sık sık tekrarından mıdır yoksa uzun yolun “uzunluğundan” mıdır bilinmez, pek de haz etmediğim bir albüm oldu.
Erkan Oğur’ un gittiğim konserinde dediği gibi, “İlk söylemeye başladığımızda İsmail’le bize, çok yavaş ve hep hüzünlü şeyler okuyorsunuz dediler” Gerçekten de türkü (ve halk müziğinin) inceliğine ve güzelliğine vakıf olamamış insanlar yavaş, ağır bulup ve de Erkan Oğur’ un süslemelerini anlayamazlar.
Ben şükür bu güzelliklerin farkına vardım ve hatta “gurbette” bunu iliklerimde hissettim. Özellikle de albümün ilk parçası Pencereden Kar Geliyor akıllara zarar bir ezgidir. İnsanın yüreğini deler geçer adeta. İlk dinlediğim de bir kadının söylediğine yemin ederken şimdi Erkan Oğur’ dan bu denli bir ses nasıl çıktığını düşünüyorum. Rivayete göre de "yalnızca bir defa kayıt sırasında söyleme delaletinde bulundum, o da ağlamaktan söyleyemedim" der ve asla bir daha söylemez (söyleyemez). Denilen o ki annesi aklına geliyormuş…
İşte bu noktada ben de bu ezgiyi özelleştiriyorum. Ablam evleneli daha iki yıl oldu olmadı, ilk gurbetliği Zonguldak’tan onu ziyaretten dönüyoruz. Ve o anda arabamızın teybinden bir anda kar geldi… Annemi perişan etti…
Aynı kar Fransa öncesi beni havalananına kadar uğurlamak için Ankara gelirken yine oldu. 10 aylık, hiçbir seferkine benzemeyen bir ayrılık öncesi bir kez daha penceremizden kar geldi. Sonuç; darmadağın olduk. Herkes bir pencereden alacalı dağlara bakarak sakladı gözyaşlarını… Ve “O” kar beni birkaç defa da Fransa’da yakaladı. Sonuç aynı darmadağın… Nefesim kesilene kadar ağlamak fiilinin tatbikidir hayatımda… İlk saniyesinde Erkan Oğur’ un tellerle yaptığı müthiş süsleme vurur sizi. Peki, sözlerine bakalım bu ezginin:
Pencereden Kar Geliyor
Pencereden kar geliyor aman annem Gurbet bana zor geliyor aman annem Gurbet bana zor geliyor aman annem
Sevdiğimi eller almış aman annem O da bana ar geliyor aman annem
O da bana ar geliyor aman annem
Kekliğimi doyurdular aman annem Kanadını ayırdılar aman annem Kanadını ayırdılar ben öleyim
Bu nasıl zalim yaraymış aman annem Beni senden ayırdılar aman annem Beni yardan ayırdılar ben öleyim
Özellikle “Kekliğimi Doyurdular” kısmı halk edebiyatımızın güzel teşbihlerindendir. Keklik hürdür, kendi avlanır, dağlarda gezer… Şimdi uzunca bir yıl Almanya’da okuduğunu bildiğimiz Erkan Oğur’ un “kekliğimi doyurdular, kanadını ayırdılar” demesi, sayfalar dolusu bir gurbet romanına denktir. Nereden biliyorum? Tecrübeyle sabittir çünkü…
Sadece Pencereden kar gelmez bu kasette, Tokat türküsü olan “Bugün ben bir güzel gördüm!” toprağımın övünç kaynağıdır ki bu kadar güzel anlatılır ve söylenir. Açıkçası hepsi güzel bu türküleri birbirinden ayırmak imkansız ve kıyası manasızdır. Dinleyenler bana hak verecektir, dinlemeyenlere de şiddetle tavsiye olunur.