Ne var Ne yok

HKB Gözü Instagram'da

Düşünseli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Düşünseli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mayıs 2014 Salı

Okulun Sonu Görünürken

Fransa 2012


Öğrencilik hayatımın son haftasında bildiri sunmak üzere İzmir Ege Üniversitesine gidiyorum. Bugün cübbelerimizi gördüm. Son hiç bu kadar görünmemişti. Yakın arkadaşlarım büyüklerim hocalarım ne yapmak istediğimi biliyorlar. Bu yıl maalesef onu elde edip olup mezuniyetimi taçlandıramamış olsam da son 6 yıl için de çok şey öğrendim. Harika bir öğrenci değildim. Ama yine de çok şey öğrendim. Bu muhtemelen de bir başlangıç, öğrenmeye devam! Dolu dolu 6 yıl geçirdim. Antalya'ya aşık oldum. Arkadaşlar edindim. Arkadaşlar kaybettim. Hatalar yaptım öğrendim ağladım sonra tekrar yapınca bedelini öğrendim. Her gün yeni bir "bene" uyandım. Yeni tatlar yeni yerler yeni diller yepyeni kültürler benim tutkum oldu. İçinde biraz Ebru da oldu. Ama ben hep koşmaya çalıştım. Bazen düştüm dostlar kaldırdı. Bazen kafam karıştı bilemedim şaşırdım yolumu, sevenler düzeltti. Hayatımın en unutulmaz anları böyle geçti gitti. Ve şimdi bir bilinmeze adım atarken aklımda yeni sorular, yeni yolculuklar...

Aslında hepsi alınan nefes verilen nefesler içerisinde yaşanan sevgiler. Sizi çok seviyorum sevdiklerim!

HKB

4 Kasım 2013 Pazartesi

Küçüktür Üç'ten


Yalnızlıklarımıza hapsoluyoruz. Kendimizi modern zamanların yalnızlıklarına mahkum ediyoruz. Çokça sevilirken bir anda kendimizi yapayalnız bir kenara sinmişken yakalıyoruz. Sevgilerimiz var. Sözlerimiz var. Bol keseden dağıttığımız zamanlarımız var. Yitip giden değerlerimiz.

"Çokça arkadaş, hoşça vakit" olmuş, paylaşmanın adı. Oysa sesini duymadığımız arkadaşlarımız var. Nasıl göründüğünü hatırlayamadıklarımız da az değil hani.
Bir insanı çizerken, görüntüyü koyuyoruz önümüze. Yoksa bile ona bir de ses tonu buluyoruz. Seviyoruz, belki de seviliyoruz.

Konuşurken iki kelimeyi bir araya getiremiyor ama 150 kelimeyle tüm günlük hissiyatımızı paylaşa veriyoruz. Mesela artık "D" ve ya iki nokta üstü üste ":" daha önemli hayatımızda, hem de hiç olmadığı kadarıyla. Eğer birlikteyse iki nokta üst üste ":" ve  aç parantez "(" acımız daha da bir pekişiyor.
Sevgiler biriktiriyoruz, sevgililer tüketiyoruz. Bugünü yaşamadan yarınları savuruyoruz, ona buna. Çok da bolmuş gibi, hiç bitmeyecekmiş gibi zamanımız; hoş ve boş insanlarla öldürüyoruz onu.

Sevgilerimizi, sorumluluklarımız, değerlerimizi, bir duvarda sere serpe saçıyoruz. En yakınlarımızdan kıstığımız zamanımızı ve özelimizi, bir kez bile görmediğin insanla paylaşmakta çekince görmüyoruz.

Ses tellerimizden çıkmıyor artık duygularımız, çatır çutur ses çıkartan tuşlardan geliyor; acımız- tatlımız, hüznümüz-sevincimiz, sevgimiz ve de nefretimiz.
Ama her şeye rağmen boş odalarımızda hepimiz "Küçüktür Üç'teni" arıyoruz: <3

HKB 
Antalya 
Kasım'13

25 Mayıs 2013 Cumartesi

AB YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI AÇISINDAN TÜRKİYE’NİN İÇ VE DIŞ POLİTİKASI



Bu çalışmada, AB ile Türkiye ilişkilerinin dünü, bugünü ve yarını, Yerel Yönetimler Özerklik Şartı orijininde masaya yatırılmaya çalışılmıştır. Oluşturulan öngörülerin gerçekliğini temellendirmek adına gazete haberleri başta olmak üzere birçok veri kullanılmıştır. Bunların yanında, anlamlarını çokta idrak edemediğimiz kavramları da açıklaması ile öngörünün anlaşılır kılınması yoluna gidilmiştir.

Yerel Yönetimler Özerlik Şartı ve Subsidiyarite Kavramı

Üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Parlamentosu tarafından 15 Ekim 1985 imzaya açılan Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na 21 Kasım 1988’de çekince koyarak imzalamıştır. [1] Subsidiyarite kavramıyla özleşen bu yapı, Maastricht Anlaması ile eklenerek gelişen Avrupa Topluluğu Anlaşmasının 3 B maddesinin 2 ve 3ncü fıkralarında şöyle açıklanıyor.
“Münhasırın kendi yetkisi altında bulunmayan alanlarda subsidiyarite ilkesi uyarınca Topluluk ancak, tasarlanan eylemin hedefleri üye devletler tarafından eylemin boyutları ve sonuçları itibariyle Topluluk seviyesinde daha iyi gerçekleştirilebilecekse müdahalede bulunur. Topluluğun eylemi bu anlaşmanın hedeflerine ulaşmak içim gerekli olan seviyeyi aşmaz.”[2] Burada, anlam kargaşasına düşmemek adına, subsidiyarite kavramına değinmekte yarar vardır. Prof. Dr. Zerrin Toprak, tam bir tanımı olmadığını belirtmesi yanı sıra Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Yönlendirme Komitesi’nin 1995 yılı raporundan bir alıntı ile açıklar. “yetkilerin uygulanması için ısrarla uygun düzeyi aramak ve ancak alt düzeydeki yönetimler ilgili yetkileri kendileri uygulayamadıkları zaman bir üst düzeyin seçilmesi önem taşımaktadır.”[3]
Özerklik kavramını daha iyi anlamak adına Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’nın 3.  Maddesine göz atmakta yarar vardır. Bu maddede; yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkânı anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla yerel yönetimlerde özerkliğe gerçek anlamda sahip olunması için karar alma yetkisi, organların bağımsızlığı ve yeterli finansal kaynakların bulunması şartlarının gerçekleşmesi gereklidir.[4]
Yerel Yönetimlerin oluşumunda “subsidiyarite” kavramı ile “divide and rule” yani böl ve yönet oluşumuna giden politika arasındaki farklılıkları okumak büyük önem taşımaktadır.

Türkiye ve Özerklik Tartışmaları

                Maalesef, her alanda olduğu gibi özellikle de AB üyelik sürecinde, Türkiye’nin izlediği bir devlet politikasından öte, iktidarların bir bakıma siyasilerin kişisel duruşlarıyla şekillenmiştir. Bu noktada son yıllarda AB ilişkilerine damgasını vuran Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemlerini incelemekte büyük yarar var.
                1991 yılında Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu dönemde Mehmet Metiner’e hazırlattığı Kürt raporunu 18 Aralık 1991 tarihinde genel başkan Necmettin Erbakan’a sunan Erdoğan, 1993 yılında kamuoyunda “TC katı bir üniter anlayışa sahip. Kürtler ayrılmak isterlerse Osmanlı eyalet sistemi benzeri olabilir” ifadesinde bulunuyor.[5]
AKP iktidarı ile birlikte başbakan olan Erdoğan, söylemlerinde zaman içerisinde bu fikre tekrar değiniyor. 2004 yılına gelindiğinde,  Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nca 15 Temmuzda kabul edilen 5227 sayılı "Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun" dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in “Tekil devlet anlayışını bozuyor” gerekçesiyle veto edilmiştir.[6] Bunun üzerine Erdoğan ve bazı Bakanlar “Böyle bir niyetimiz yok” açıklamasında bulunmuşlardır. Hemen ardından, 2004 Aralık ayında KanalD’de Fatih Altaylı’nın sorularını yanıtlayan Başbakan, ilk defa başkanlık sistemini överek tartışmayı gündeme getirmiştir. “Başkanlık sistemi için eyalet düzeni gerekmez mi?” sorusuna da, “Eh tabii… Eyalet olmadan başkanlık sistemi; üstü kaval, altı şişhane olur”[7] cevabını vermiştir.

2013 yılı içerisinde ise CNN ve Kanal D ortak yapımı “Başbakan Özel” programında bu söylemlerini daha da genişletmiştir. “Osmanlı’da ki üniter yapıdaki hoşgörüye hala sahip değiliz. Belediyeyi kabul ediyorsunuz, ama seçilmiş valiyi neden kabul etmiyorsunuz. Osmanlı Kürdistan, Lazistan demiş bizim bunu dememize gerek yok. Bizim coğrafi bölgelerimiz var buna göre ortaya koyabiliriz. İlla bu böyle olsun noktasında, diye söylemiyorum”[8] diyerek 1993 yılındaki beyanını Başbakan olarak tekrar dile getirmiştir. Başbakana, Osmanlı içerisinde “Lazistan ve Kürdistan” adında eyaletlerin olmadığının hatırlatılması büyük önem taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının kasıtlı olarak bu denli fahiş bir hata yapması muhtemel değildir. Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Osmanlı Devleti’nin eyalet sistemini algılama konusunda bir sıkıntı da mevcuttur. Eyalet sistemi dendiğinde sanki her eyaletin özerk bir yönetime sahip olduğu gibi bir algı yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Hâlbuki Osmanlı eyaletleri merkeze doğrudan bağlıdır ve payitaht İstanbul’dan idare edilirler. Bu anlamda padişahın otoritesi de her eyalette geçerlidir” yorumunda bulunmuştur.[9]
Başbakanın bu büyük yanılgısına bir eleştiride, Osmanlı Devleti’ gerileme dönemin de eyaletlerde oluşan boşluklar sonucunda ki isyanlar ve bu isyanların iç ve dış politikada geldiği zafiyetlerdir. Prof. Dr. M. Akif Çukurçayır “Osmanlı'nın kuruluş, yükseliş ve duraklama yıllarında etkili olan eyalet sistemi, 1700'lü yıllardan itibaren çözülmeye başlamış ve bozulan ordu ile birlikte Osmanlı'nın çöküşünü hızlandırmıştır. Osmanlı, sistem olarak bu yıllardan itibaren hem orduyla büyük sorunlar yaşamaya başlamış (aslında Genç Osman'dan itibaren-1618), hem de eyalet yönetimlerinin başında olan ayanlarla sıkıntılar artmaya başlamıştır. Bu arada Rusya ile yaklaşık iki yüzyıl sürecek bir savaş başlamıştır. Çeşitli aralıklarla, bu savaş hem Balkan hem de Doğu cephesinde devam etmiştir. Dolayısıyla Yeniçeri ve ayan sorunlarıyla birlikte diğer ülkelerle savaşan Osmanlı bir türlü ne merkezi ne de eyaletleri kontrol edebilmiştir. Osmanlı'nın küçülmeye başladığı bu süreçte, “Osmanlı'yı eyaletler yıkmıştır.” demek hiç de yanlış olmayacaktır”[10] yorumunu bulunmakla birlikte Tepedelenli Ali Paşa (Arnavutluk) ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa (Mısır) isyanlarına dikkat çekmektedir.

AKP Seçim Beyannameleri ve Programlarında AB Yerel Yönetimler Özerlik Şartı

Sön dönem AB politikamıza yön veren AKP hükümeti birçok defa farklı yıllarda AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartına seçim beyannameleri ve programlarında yer vermiştir:
1- "Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na uygun olarak, anayasal sistemimize yerel yönetim hakkının dâhil edilmesini sağlayacaktır. Yerel yönetimlerin yargı yoluna gidebilme hakkı dâhil, ilgili tüm düzenlemeleri gerçekleştirecektir." (AKP Programı)
2- "Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nda belirtildiği gibi, “yerel yönetimler, kanun tarafından belirlenen yetki sınırları içinde kalan tüm konularda faaliyette bulunmak açısından takdir hakkına sahip ” olacaktır. Merkezi idarenin görev ve yetkileri tek tek sayılacak ve bunun dışında kalan tüm görevler yerel yönetimlere bırakılacaktır... Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uygun olarak, anayasal sistemimize yerel yönetim hakkının dâhil edilmesi sağlanacaktır." (AKP - 2002 Seçim Beyannamesi)
3- "Mahalli müşterek nitelikli hizmetleri sunmak konusunda 'Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndaki esaslara uygun olarak mahalli idareler tam yetkili hale getirilecektir." (AKP – 2011 Seçim Beyannamesi / Sayfa 28)
Bakanlar Kurulu kararıyla dahi anlaşmalara konulan çekincelerin kaldırılması mümkündür.

AKP ve AB İlişkileri

Alman Yeşiller Partisi Türk asıllı milletvekili Mehmet Kılıç AKP ve AB ilişkisi hakkında “AKP bu konuda stratejik bir yaklaşım içinde. Geçmişte AKP için AB’ye üyelik süreci iyi bir fırsattı. Örneğin askerin gücünü azaltma konusunda. Bana göre AKP, Avrupa’da alabildiklerini aldı. Yani reformları kendisi için kullandı”[11] yorumunu yapıyor.
2007 sonrasında İlerleme Raporlarında da bu etkiyi görmek mümkündür. AKP askeri vesayeti azaltma demokrasinin bir gereği adı altında yapılırken, şu an AB ilerleme raporlarına karşı hükümet kanadında bir duyarsızlaşma olmuştur. İlerleme raporları artık bir nevi ilerleyememe raporlarına dönüştü. İnsan hakları ve düşünce özgürlükleri yanında yargı serbestliği üzerine getirilen eleştirilere kulak asılmadı. Ve hatta 2011 ilerleme raporunda, “Türkiye’de otosansür bir fenomen hâline geldi” yorumlarıyla otosansürün normalleşmesine dikkat çekilmiştir.[12]
Gerçekten de, bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet yapısını ve halkın tansiyonunu ayarlama konusunda AB üyelik süreci etken rol oynamıştır. Bunun en büyük örneği hiç kuşkusuz, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’nın AB uyum yasaları çerçevesinde, alınan idam yasağının iptali olmuştur. AB uyumu altı altında halk bir nebze de olsa yatıştırılmaya çalışılmıştır. Hatta bu yasaya imza atan birçok Refah Parti üyeleri başta bakanlık olmak üzere tekrar AKP hükümetinde kendilerine yer bulmuşlardır.
İşte bu noktada benim öngörüm, adım adım tartışılan özerklik tartışmalarında, atılacak adımların meşruluğunu sağlamak adına, hükümet kanadı, tekrardan AB ilişkilerinde yakınlaşmaya gidecektir. Bu ilişkiler, ilerleme raporlarına da yanşayacaktır şüphesiz. Hatta şimdiden, Türkiye Raportörü Hollandalı Hristiyan Demokrat Ria Oomen Ruijten, açılımdan büyük bir heyecanla bahsederek; “Daha önce hiç kimse hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan'la müzakere edilebileceğini düşünemezdi” yorumunda bulunuyor.[13] Ruijten’in bu görüşlerle yer aldığı, Avrupa Parlamentosu resmi web sitesinde yayınlanan videoda, büyük bir bölümü Türkiye’nin doğusunu kapsayan Kürdistan haritasına da gösterilmektedir.[14] Burada görüntü daha çok coğrafi bir yapıya işaret ederken, uluslararası hukukun öngördüğü “de facto” ilkesi unsurları birer birer yerine getirilmektedir.
AB’nin kamuoyunda tekrardan, cazip hale getirilmesi büyük önem taşımaktadır. Yaşanan Euro Krizi ve Avrupa Ülkeleri Liderlerinin söylemleri olumsuz bir etki yapmaktadır. Ülkemizde ki “sosyal demokrat” ve özellikle “liberal” grupların, eyalet sistemine iknası için AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı kartının gündeme gelmesi kuvvetle muhtemeldir. Bunun yanında Erdoğan’ın ve Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nun Ortadoğu söylemleri ve Neo-Osmanlıcılık politikası ise ülkede ki muhafazakâr kesimi tatmin etmesi yönünde önemlidir.

Denizaşırı bir oluşum: Kuzey Amerika Kürt Ulusal Kongresi (KNC)

Tüm bu veri ve öngörülerinin yanı sıra, ulus üstü bir yapıda şekillenen Kürt oluşumlardan bahsetmemek, gerçeklik açısından büyük eksiklik olacaktır. Bu oluşumlardan en önemlisi, 1988 yılında, ABD ve Kanada’da yaşayan Kürt ileri gelenleri tarafından, Kuzey Amerika Kürt Ulusal Kongresi (Kurdish National Congress of North America) isimli bir örgütüdür. KNC’NİN kuruluş amaçları arasındaki “Kürt menfaatlerini savunmak ve geliştirmek” maddesi; 10–13 Kasım 2005 tarihlerinde Salahaddin ve Süleymaniye Üniversitelerinde düzenlenen Kürt Bağımsızlık Konferansında alınan kararlar gözler önüne sermektedir. [15]
“Birleşme yönünde atılması gereken ilk adım, Kürdistan’ı işgal eden güçlerin kimliğimizin tanınması yönünde yarattığı engelleri ve yeniden birleşmemiz karşısında oluşturdukları bloğu aşmanın bir yolunu bulmaktır. Kürdistan’ın farklı bölgelerinde, Kendi kaderini tayin (self determination) hakkımızı elde edebilmek için farklı stratejiler gerekir.
Bir bölgede tam bağımsız ulusal Kürt Devleti kurarken, diğer parçada ise bölgenin merkezi hükümetiyle federal bir Kürt Devleti oluşturmanın daha mantıklı olacağı düşünülebilir. Halen bazı bölgelerde bu mümkün olmayabilir, fakat otonomi sağlanabilir. Bu nedenle, kendi kaderini tayin (self- determination) hakkının elde edilmesi ve tekrar bileşilmesi, her bölgede kazanılacak özerkliğin derecesine bağlıdır. Belki de, 4 federal Kürt Devleti veya 4 bağımsız ulus devlet veya yapılacak bölgesel bir anlaşmayla ABD gibi Birleşik Bağımsız Kürdistan oluşturulabilir.”
Ayrıca düzenli olarak gerçekleştirilen kongrelerde birçok defa, Ortadoğu’da kurulacak bağımsız Kürdistan’ın “ Amerika,  Avrupa Birliği ve Dünya ekonomisinin menfaatine olduğu” vurgulanmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliği konusunda ise; “Bu durum Kuzeydeki (Güneydoğu Anadolu’daki) Kürtlere bir Kürt Parlamentosu kurma ve AB içinde bir Kürt Bloğu oluşturma imkânı sağlar. Böyle bir bloktan Kürt bağımsızlığına destek almak mümkün olacaktır. Bu nedenle Kürtler, Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliğini desteklemelidir” yorumu tutanaklara geçmiştir.
KNC ayrıca Türkiye AB ilişkilerinde ise ön görüde bulunuyor ve “Eğer Türkiye Avrupa Birliğinin dışında tutulursa, Türkiye geleneksel olarak Kürt meselesini bir ulusal güvenlik sorunu olarak görmeye devam eder ve Bağımsız Irak Kürdistan’ına düşmanca davranır” görüşünü savunuyor. Bununla birlikte “Türkiye, Avrupa Birliğine bağlandığı zaman, Türk Ordusu’nun Irak Kürtleriyle ilgili politik kararlara katılması azalacak ve adaylık sürecinde ilerleme kaydedecek” diye ekliyor.


Taraflar açısından birçok veriyi ve yorumu gözden geçirdikten sonra aklımıza, Amerikalı General Ralph Peters’in çizdiği ünlü “Kan Sınırları” haritası gelmektedir. Bu haritada ABD Eski Dışişleri Bakanlarından Condoleezza Rice’ın Washington Post gazetesindeki 7 Ağustos 2003 tarihli makalesini de doğrular niteliklidir.[16]
Hikmet Kadir BOZOK
hkbozok@gmail.com



[2] S. Rıdvan KARLUK(1995), Avrupa Birliği ve Türkiye, Üçüncü Baskı, Eskişehir, s.37
[3] Prof.Dr. Zerrin TOPRAK (2006), Yerel Yönetimler, Nobel Yayınları, Ankara, s.14

9 Mart 2013 Cumartesi

Tecrübe dediğin yaşadıklarının aklında kalanıdır.


Tecrübe dediğin yaşadıklarının aklında kalanıdır. |  görsel 1
1 yaşına girerken, sağ taraftaki
el ve saç Fadime sol taraftaki de Arzu Ablama ait.
Aslına bakarsanız hala alışamadım bu blog yazma işine. Bir türlü şekil ve içerik ayarlarını yapamıyorum ama şu an ne kağıt ne de kalemim bana bilgisayarım kadar yakın...  Yüzden, iş başa düştü.
Bir dakika öncesine kadar babamla telefonda görüşüyordum. Uzun süredir aramak istiyordum onu... Annemi arayıp onu telefona istemek değil sadece onu aramak istiyordum. Onu arayıp parasal meseleleri sormak için değil sadece sesini duymak için aramak istiyordum. Sonunda yaptım.
Nereden başlamak gerekir bilemiyorum ama kısaca haliyet-i ruhiyemi şöyle özetleye biliriz; geçen sene 10 aylığına Fransa'da kültürel değişim programına kabul aldım. Bu sırada tek başıma 10'na yakın Avrupa ülkesini gezdim. Yetmedi ara vermeden hayallerimin ülkesi Güney Kore'ye gitme şansı buldum. 10 ay sonra eve döndükten sonra iki hafta dahi görüşemeden okul döndüm. Yarı yıl tatilinde o kadar meşguldüm ki ev de sadece beş gün kalabildim. Kendimi kopmuş ve yalnız hissetmiyorum dersem yalan söylemiş olurum. 
Şimdi bir anda bu kadar "büyümüşken" ne kadarda küçüldüğümü fark ediyorum. 23 yaşına basacak olmak sizin için çok önemli ve ya büyük bir şey olmaya bilir -muhtemelen iki yıl sonra benim için de öyle olacaktır- ama için ne kadar şok edici bir durum olduğunu kabulleniyorum sanırım. 23 yaş ablalarımın "ablam" olduğu yaştır. Üniversiteden dönün ve yeterince şanslılarsa iş bulanların yaşıdır. Ama ben bir türlü kendimi 23 yaşında olarak çağıramıyorum. Bir de bana en azıdan 26 yaş olduğumu söyleyenlerinin ortalamasının hayli yüksek olduğunu söylemem çok korkutucu olamasa gerek. 
18 yaş olmak eğlenceli olabilir, aslına bakarsanız 23 yaşında yanlış ya da ürkütücü bir yanı da yok. Tek sorun sizin büyürken ya da yaş alırken ya da her ne olurken, dünyanın sabit kalamamasıdır. Ben büyüsem ama babamın saçında ki beyazlar artmasa artık, ya da annemin koluna ki acıdan söylenip durması bir hüsnü kuruntu olsa, ya da geçtiğimiz yıl dedemizi kaybettikten sonra o ahşap evde yalnız yaşayan ananemin gözleri eskisi gibi parıldasa... "Ya da büyümesek" demeye getirmeyeceğime kendime söz verdim ve demiyorum da. Biz büyüsekte onlar sabit kalsa? Çok mu bencillik etmiş oluruz? Bu zamansızlıklarımız bu yarım kalmışlıklarımız bizim en çok canımı yakan. Belki yanında olsam babamın beyazları o kadar da dikkatimi çekmeyecek ya da annemin kolu o kadar da kötüye gitmeyecek, ve ya ananemin gözlerinin ışığının solduğunu fark etmeyeceğim.
İçimde hala çocukluk duygusunu taşımama rağmen görünüşüm bunu kabul etmiyor ve mızmızlanma hakkımı elimden alıyor. Beni ziyarete gelen Koreli arkadaşlarıma çocukluk albümlerimi büyük bir gülümsemeyle gösteren annem... Hala o son fotoğraftaki bebeğin ben olmadığı hakkında ısrar ediyorum. O benim 17 günlük halim değil, benden tam bir yaş küçük kuzenim Sedef'in fotoğrafı! İtirazımın hiç bir geçerli yanı yok. İtirazım bu kadar çaresiz ve savunmasız olabilme ihtimalimi kabullenmeyişimden kaynaklanıyor....
How I Meet Your Mother'ın 6. sezonunda Marshall aniden babasını kaybediyor derken mevzu babasının ona son söylediği sözlere geliyor derken bölüm de genel olarak bu konu üzerine kurgulanıyor. Gecenin oldukça geç bir saatinde izlediğim için babamı arayamadım ama bugün aradım. Kapatalı çok olmadı... Az da olsa bir birimizi gördüğümüz anlarda çoğu zaman 10 cümleden sonra derin sessizliğe gömülür hale gelen konuşmalarımızdan uzun süredir korkar hale geldim. Aynısını yaşamak istemeden lafı yaşa ve zamana getirdim. Anladı. Yormadı. Kısaca bugün babamın bana sözleri şunlar oldu:
"Önemli olan ne kadar değil, nasıl yaşadığın" ve
"Dünü bugününe katarsan yarınını ve bugünü zehir edersin." 
"Tecrübe dediğin yaşadıklarının aklında kalanıdır."
Şaban Bozok
Seni seviyorum Baba... Keşke telefonu da böyle kapata bilseydim.
HKB- Antalya
2013-02-07 22:56:00

25 Ocak 2012 Çarşamba

ÇOK-CUK



Dunyada ki en inanilmaz sey kesinlikle insan yavrusu olsa gerek. "Nur topu" diye guzellenen, mis kokulu kiymik parmakli, sir dolu bir dunya. O minicik elleriyle sizin alcak bir parmaginizi kavraya bilir. Ama eger yaparsa -yuregimiz yag baglar mi bilmemama- icimizin yaglarini eriten hic degilse buzlarini eriten icak, yumusacik bir "sey". Fazla derin ve karmasik kelimelerle betimlemek dogru degildir onlari cunku "bebek" kelimesi basli basina basitligi ve safligi temsil eder. O yuzden basit kelimeler kafiddir onlar icin. Ya da guzellemeler...

Bu basitligin altinda dunyanin en buyuk sirri yatar aslinda! Neymis o sir? Insan olma, insan yaratma. O minicik gozler nelere sahit olmuyor ki? Farz-i mahal suan ki alginizla bir baska aleme gittiginizi dusunelim. Size hersey ama her sey yabanci bir tek sey disinda; annenenizin kokusu. Ve o "canli" sizin caninizdan, kaninizdan olma! Annesinden dayak yigen bir cocugun yine "anne!" diye aglamasi, ya da yaramazlik sonrasi azar isiten Resat'in bir eliyle gozunun yasini silerek bir eliyle de yine annesine sarilmaya calismasi! Neden? Cunki yok! Sizden baska dunyada kimsesi yok onun. Sen getiriyorsun onu dunyaya, sen adam ediyorsun onu.

Aglayan bir cocugun gozunun yasini silecek bir elin olmamasi ya da onu saracak bir kucagin olamama ihtimalini dusunmek bile yurekleri parcalamaya yetiyor.

Le Mont StMichel Normandiya Fransa 2011
Ve ozverinin ta kendisi olan annelik ya da babalik bir noktadan sonra beklenen yone dogru kayiyor. Senin ugruna geceni gunduzunu karistirdigin, kendini unuttugun, kalbinin ritmini degistiren "insan" degil"sey" artik yok yaninda.

Oyle ki binlerce kilometre uzakta, Allah'in "gavuristaninda" Allah'in belkide cok tehlikeli hizli treninde, tek basina bir yerlere gidiyor ve sen bundan bi'habersin ve sen onunyaninda olamiyorsun. Ama aklin bir yerlerde oluyor, lokman yarim kaliyor. O kendinden emin tekrar kesvederken Amerika'yi, ya da neresiyse artik senin yaninda olmadigin her yer ayni (!) sen oylece kalakaliyorsun anilarinla ve anilarinin mekaniyla! O oturturken kendisini dunyanin merkezine, sen merkezi bosalan bir dunyada yasamaya calisiyorsun.

Demem o ki, o hizli trenin nereye gittiginin bir onemi yok ya da saatte kac yaptiginin! Ya da girdigi su tunelin kulakta yaptigi ugultunun!

Sen iyi oldugunu dusunerek yasiyorsun; ondan gelecek bir iyi habere muhtac. Yine de sikayet etmiyorsun dar vakitlere ne kadar vaktin kaldigini bilmeyerek. Ama koyduysan sen onun etten kalbine sevgiyi; merak etme! O yurek seninle birlikte carpiyor!

Demem o ki; yalnizlik arkasini dusundugunde basliyor. Kilometrelerce oteden Allah'in "gavuristaninda", gavurun hizli treninde 18 numarali vagonun 35 numarali koltugunda bir salak saskin yurek ailesini dusunup, guc buluyor. Sonra da gecip insanlara ozgurlukten ahkam kesiyor.

HKB

Paris-Marsilya TGV

06.01.2012

Saat 22 civari...

15 Ekim 2011 Cumartesi

Han Duvarları'ndan...



    "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan     
      Baba ocağından yar kucağından     
      Bir çiçek dermeden sevgi bağından     
      Huduttan hududa atılmışım ben" 
...


     "Gönlümü çekse de yârin hayali     
      Aşmaya kudretim yetmez cibali     
      Yolcuyum bir kuru yaprak misali     
      Rüzgârın önüne katılmışım ben"
...

     "Garibim namıma Kerem diyorlar     
      Aslı'mı el almış haram diyorlar     
      Hastayım derdime verem diyorlar     
      Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"


Faruk Nafiz ÇAMLIBEL'in Han Duvarları Adlı Şiirinden..