Ne var Ne yok

HKB Gözü Instagram'da

İzlediklerim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İzlediklerim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ocak 2015 Perşembe

İtirazım Var!



Ve ben şimdi buraya güzel şeyler yazmayacağım. Ben sizi, bizi eleştireceğim. Çünkü "itirazım var!"

Geçen yıl nisanda gösterime giren "İtirazım var" filmi! Saçma sapan filmler koca koca salonlarda ve hatta bir değil, birden fazla salonlarda haftalarca gösterilirken, "İtirazım Var" filmi küçücük bir salonda seyrek seanslara kondu. Çok izlenmeden de zaten kalktı. Şimdi gelelim duruma. Filmin internet sitesi, filmin borcundan ötürü kapatılmış. Filmin borcundan ötürü belki filmin DVD'si bile çıkmayacakmış!
Ama insanlar şu gerçeği görmediler. Kaliteli gülmek, düşünerek gülmek. Ya da gülmeyi bir yana bırakalım: Düşünmek ve Sorgulamak bizim işimiz değil artık. Biz inek gibi önümüze konulanı yeriz.
Oysa Onur Ünlü'nün bu filmi, şuana kadar çekilmiş en iyi Türk filmlerinden biridir. Kurgusu son derece zekice hazırlanmış. Düşündürücü ve sevmeye iten bir filmdir! Bu adam şimdi nasıl tekrar film çeksin? Ama siz hala turuncu gömlekli kıllı adamın ossuruğuna gülmeye devam edin!
"Her toplum, layık olduğu şekilde yönetilir." Montesquieu
Yazıklar olsun!

Not: Film zaten daha başlamadan büyük bir darbe yemiş ve Kültür Bakanlığının ilgili dairesinden filme +18 yaş sınırı konmuştur. Ahlınıza gelebileceği gibi filmde herhangi bir çıplaklık ve ya öpüşme sahnesi dahi yoktur. Açıklamada kötü bir Türkçe'yle: İnsan onurunu ve genel ahlakı zedeleyici ibaresi kullanılmıştır. Onur Ünlü'nün buna tepkisi ise, "Anlaşılmaz bir durum, bizden daha ahlaklı olduklarını düşünen insanlarının beyinlerinin içine girip, filmin neresiyle sorun yaşadılar diye bakmak istiyorum. Ben anlayamıyorum." demiştir. Filmi izledikten sonra sıkıntı yapan kısmın, sorgulama ve düşünmeye itmesi olduğunu siz de görürdünüz, eğer izlemiş olsaydınız...



3 Ocak 2014 Cuma

Şemsiyemin Ucu Kare - Brenna Maccrimmon (Takıntı Şarkılar-7)


Müzik evrenseldir. Bunu her zaman söylüyorum. İşte şimdi de size bir örneğini verme zamanı: Brenna Maccrimmon! Yani, Toronto doğumlu Kanadalı, Türk halk müziği sanatçısı.
Üniversite yıllarında kütüphanede rastladığı birkaç albüm ve ardından da tanıştığı birkaç Türk müzisyenden sonra, Maccrimmon'un Türk müziğine olan yolculuğu başlar. Hatta bu durumu "Türkçe albümlere satladım ve aniden bir duygusal bağ oluştu" diye anlatıyor kendisi. Bunun ardından, Toronto Üniverstesinde etnik müzik dersleri alırken bağlama dersleri almaya başlar. Rumeli ezgileri üzerine bir tez yazarken Türkiye'ye gelir ve İstanbul'a yerleşme kararı alır. Türkçeyi çok güzel ve akıcı bir şekilde konuşan Maccrimmon Balkanları köy köy gezerek eski Türk müzisyenlerine ait plakları toplar. Unutulmaya yüz tutan türküleri sesiyle tekrar hayat verir. 
Ve gelelim Şemsiyemin Ucu Kare benim nasıl Takıntı Şarkım oldu? 
Birol. Evet, bir gün Birol bu türküyü söyledi ve günlerce hatta aylarca dilimden kulağımdan düşmedi. Ev arkadaşlarım ardık "şe...." sesini duyduklarında, kulaklarını tıkar hale geldiler. 
Düşünüyorum da 2011'in belki de en büyük Takıntı Şarkısı Şemsiyemin Ucu Karedir. 
Tabi size birde Okan Murat Öztürk yorumunu tavsiye ederim.

HKB
Antalya Ocak'14

Brenna Maccrimmon 

23 Aralık 2013 Pazartesi

7 Numaralı Hücredeki Mucize / Miracle In Cell No.7 / 7번방의 선물 / 2013


Filmin küçük Ye-Seung'unun performansına hayran kalacaksınız!

Öncelikle sinemaya dair birkaç söz,

Film yapmak zor iş. Hele ki güzel bir film yapmak çok daha zor bir iş. Yılda onlarca film izliyoruz. Eğer film izlemek bir hobiyse bu rakam yüzlerceyi dahi bulabilir. İşte bu onlarca ve hatta yüzlerce film arasından, her yıl birkaç tane sıyrılıp, yılın filmi ya da yılın filmlerinden olmayı başarıyor.
Bu tür filmlerle beklentimiz düşükiken karşılaşırsak, etkilenmemiz de daha yüksek olacaktır. Mesela?
Evet, mesela A Moment to Remember gibi ya da bu yazıya konu olan Miracle in Cell No.7 gibi!
Türkçesiyle "7 Numaralı Hücredeki Mucize", benim için 2013'ün en güzel filmi haline geldi. Bu cümleyi kurmak birçok çelişkiyi beraberinde getiriyor. Bunun en büyüğü, sizde büyük bir beklenti uyandırması ve izlerken bu beklentinin karşılığını bulamama ihtimaliniz. Genel olarak hep kaçındığım bir durumdur ama bu sefer yiğide hakkını vermeden geçemedim. Benim için yılın en iyi filmidir!
"Kore Sineması ve Ben, Sen, O" yazımda da (okumak için üzerine tıklayınız) etraflı olarak, Kore sinemasından neden bu kadar çok hoşlandığımı belirtmiştim. Lakin burada yeniden değinmeden edemeyeceğim bir husus var; o da, konu ve konun işlenişi.
Yapış yapış bir aşk hikayesi, ya da aşk hikayesi anlatırken yatak anılarına dönen filmlerden milyonla var ortada. Türk sinemasında olduğu gibi dram yaparken de komik duruma düşecek kadar yapay örnekler de etrafta kol geziyor. İşte tüm bunların karşısında, Kore sinemasının güzide örnekler çıkıyor.


Film hakkında birkaç söz,

Zihinsel engelli bir babayla, babasının durumundan ötürü erkenden büyümüş dünya tatlısı bir kızın öyküsünü ele alıyor filmimiz. Bunu yaparken de hiç bir şekilde aşırılığa kaçmıyor. Kızın benimle yaşıt olduğunu düşünüyorum. Çünkü çocukluğumda deli gibi izlediğim, Ay Savaşçısı, kızın kahramanı! Zaten olay örgüsü de Ay Savaşçısından başlıyor. Bir otoparkta çalışan baba, kızıyla kıt-kanaat geçinmektedirler. Evlerinin yakınında ki dükkanın vitrininde ki  Ay Savaşçı çantasına günde iki defa bakmaktadırlar. Çanta satılır. Baba daha sonradan, çantayı alan kızla birlikte başka bir dükkana giderken, yaşanan olayla tüm hayatları değişecektir.
Park Shin-He yine güzel hep güzel!
Cinayet suçuyla yargılanan Yong-Goo, bir anda kendini , 5 kötü insanın içinde yani 7 numaralı hücrede bulur. Lakin aklında kızı, kızının da aklında babası vardır.
En az Tom Hanks'in Yeşil Yol'u kadar başarılı bulduğum filmin, ondan üstün bir yanı varsa o da tamamen hayatın içinden olmasıdır. Yeşil Yol'da ki devin doğaüstü güçleri, gerçekçilikle ele alınmış olsa da, bu filmde sizi 1997 yılına götürmede pürüz çıkartacak hiç bir nokta yok. Tamamen, içtenlikle "kötü insanların" kalplerine dokunacağınız film, size unutulmaz bir hikaye sunmayı vadediyor.
En kısa sürede izlemeniz dileğiyle.
İyi Seyirler
HKB 
Antalya Aralık'13 
Filmin Fragmanı:


21 Aralık 2013 Cumartesi

Benim Yolum / My Way / 마이웨이 / 2011

Gerçek bir hikayeyi konu alan film, sinema tarihine geçecek bir savaş filmi.

Ben demekten bıktım, adamlar yapmaktan bıkmadılar. Evet, Koreliler bu işi biliyor. Film yapmasını... Belki yakın zamanda büyük bir savaş geçirdiklerinden dolayı bunu işlemeyi çok iyi biliyorlar hemde... Er Ryan'ı Kurtarmak, bir efsane oldu. Kabul ediyoruz. Ama bundan birkaç yıl önce izlediğim Teagukgi (Brotherhoods War) için yaptığım yorum; "eğer bu filmde Tom Hanks oynasaydı, 2004'te alacak Oskar bırakmazdı" olmuştu.
Sonra aynı yönetmenin yani Kang Je-kyu'nun 2011 yapımı My Way'i izledim...
Çala kalem yorum yapmanında bir adabı olmalı, seviyeyi düşürmeden ne yazmam gerekiyor onu düşünüyorum... Evet, o zaman şöyle diyelim: Etkileyici!
Konu olduğu gibi savaş sahnelerinin kameraya alınışı da, filmde çok ustaca işlenmiş.
Savaş sahnelerinin işlenişi, bu filmin sinema tarihine geçmesi için yeterli bile. Ve tabi ben yine filmi bir uluslararası ilişkilerci (!) olarak izlediğimi kabul ediyorum. Savaş, bizim en son çalışma alanımızdır. Savaş olmasın diye uluslararası ilişkilercilere (!) ihtiyaç vardır. İşte bu film her uluslararası ilişkilercinin (!) ve askerin izlemesi gereken bir başyapıt olarak çıkıyor karşımıza. Savaş bir yol değildir. Savaş alanında insanlık yoktur. Film, Teagukgi'de olduğu gibi savaşın bu soğuk yüzünü birkaç saatlik de olsa evimize, odamıza ve -eğer yatakta izliyorsanız benim gibi- yatağımıza kadar getiriyor.
Yönetmen Kang Je-kyu yine savaş içinde insanı ele almış.
Zaman zaman kendinize sorular sorarken bulacaksınız.
Filmde, millet, dil, vatan gibi kavramları sorgulamakla birlikte, bir de siyasi tarih dersi de alıyorsunuz. II. Dünya Savaşından önce, Japon emperyalizminin Kore Yarımadası ve Çin'de ki durumu. Ardından Rus-Japon Savaşı. II. Dünya Savaşı ve Japonya'nın kaybetmesi. Almanya SSCB çarpışmaları ve savaşın kaderini değiştiren Normandiya Çıkarması... Filmin dili Korece diye geçse de daha çok Japonca, Korece, Rusça, Almanca, Çince, İngilizce hakim.
Film hakkında çok şey var söylenecek lakin benden bu kadar, gerisini yazının sonuna yorum olarak sizden bekliyorum. Ve yazını başında söylemem gerekeni, sonunda söylüyorum, FİLM GERÇEK BİR HİKAYEYİ KONU ALMAKTADIR.
İyi Seyirler
HKB
Aralık'13 Antalya

8 Aralık 2013 Pazar

Gizli Görev / Secretly and Greatly / 은밀하게 위대하게

Kesinlikle vakit kaybı demeyeceğiniz bir film! Hem komedi hem aksiyon hem de Kore işi dram!

Buraya yazı yazarken, üslup bakımından seviyeyi düşürmemeye özen gösteriyorum. Yanı hiç değilse öyle yapmalıyım. Ama birkaç dakika önce bitirdiğim film yüzünden, şu an gerektiği özeni gözetmeden sizinle birkaç cümle paylaşamak istedim. 
Öncelikle bu çekik gözlüler bu işte baya iyiler. Özellikle de Kore Yarımadasının güneyinde yaşayanlar. Konu seçimi ve olay örgüsünün yanında iyi oyunculukla birlikte, size unutulmaz bir film izletebiliyorlar. Hayır, aslında buna film demekten çok şöyle diyebiliriz; size bambaşka bir hayatın kapısını açıyorlar. 
Burada dikkatinizi çekmek istiyorum, dizileri güzel olabilir ama filmlerinin seviyesi çok daha yüksek ve kaliteli.
Evet, birkaç dakika önce bitirdiğim 2013 yapımı Secretly and Greatly bir kez daha kanaat getirmiş oldum. Konusunu merak edenler için, kısaca değinmekte yarar var... Kuzey Kore'nin "çooook gizli" bir görev için yetiştirdiği ve "çooooook gizli" olan birliği üstün yetenekli ajanlarını Güney Kore'ye gönderir. Görevleri buraya entegre olmaktır. Zamanı geldiğinde onlara ulaşacaklardır çünkü...
İşte bu süre içerisinde kasabanın delisi rolünü başarıyla yerine getiren Tea-won, kendisine gelen acil emirle harekete geçmesi gerekmektedir. 
Filmin, beni etkileyen birden fazla yanı var. Lakin, Son Hyun-joo'nun oyunculuğunu konuşturduğu, Tea-won karakteri ve günlük hayatın gerçekçiliğinin işlenişi, en akılda kalan yanı. Film vize komedi,aksiyon ve dramı birlikte sunuyor. Bir de filmin en heyecanlı dövüş sahnesinde raftan teker teker kitapların ardından da ses sisteminin kafama düşmesi de gayet etkileyici bir efekt oldu. :)
Lafı fazla uzatmanın gereği yok...
İzleyin!
HKB 
Antalya Aralık'13

5 Aralık 2013 Perşembe

Kör / Blind / 블라인드


Bu film yorumlarını sıcağı sıcağına yapmayınca, sonradan yapılmıyor. Ve ya aynı duyguyu yaratmıyor. Çok uzun süredir adam akıllı film izlemiyorum. İzlediğim kısıtlı zamanlarda da eskiden izleyip de mest olduklarımı tercih ediyorum. Mesela A moment to Remember'ı 12 defa izlemek gibi...
Az önce bitirdiğim film, beni onun hakkında birkaç kelime etmek konusunda beni ikna etti. Filmimizin ismi Kör, İngilizcesi Blind , Korecesi de ona oldukça yakın, ağır Kore aksağını ile blind yani bılayndı, diye okunuyor.
May 18, My Pet ve birçok filmden tanıdığımız Ha-Neul Kim karşımıza çıkarken ona yeni keşfettiğim genç yetenek Seung Ho Yoo eşlik etmekte.
Filmimizden kısaca bahsetmek gerekirse, adından anlaşılacağı gibi bir Kör'ümüz var. Evet, sulandırmayalım...
Geçirdiği kazada hem kardeşini hem de görme yetisini kaybeden Min Soo-Ah, bir trafik kazasına tanık olur. Kör bir kızın ihbarı ciddiye almayan polisin yanılacağı çok geçmeden anlaşılır ve sürükleyici olay örgüsü başlar.
Ben de istiyorum bu köpekten!
Tabi ki filmin sonunda ne olacağını anlatmayacağım ama size tavsiyem oturun izleyin. Filmin olay örgüsü ve kurgusunun kuvvetli olması yanında, kör ve körlük algısını da özenle işliyor. Filmden sonra ışığı ve gözleriniz kapatıp, arkanızda bir katilin size doğru yaklaştığını hayal edin...
Tabi filmde ki köpek bambaşka bir hikaye!
İyi Seyirler
HKB


Antalya Aralık'13

22 Mart 2013 Cuma

Aşk Kırmızı (Bir Postmodern Yeşilçam Klasiği)


Okuldan geldikten sonra, akşam yemeğinden önce televizyon kanalları bu kadar çeşitli değilken izlediğimiz yeşilçam filmleri... İşte o zaman tanıdık biz "Dört yapraklı yoncayı" ve Jönlerimizi...
Bazen siyah beyaz, çoğu zaman renkli bu filmlerde şarkı söyleyen pavyon kadınının dudakları hep uyuşmazdı söyledikleriyle... Ama biz yine de sevdik bu filmleri, yıllar yıllar sonra bile...

Filmin yönetmeni Osman Sınav ve Nurgül Yeşilçay
İşte "Aşk Kırmızı" bize, yıllar sonra bu aksaklıklardan ders almış bir şekilde karşımıza çıkıyor. Dönemin Türkan Şoray'ı olduğuna günden güne daha da çok inandığım, Nurgül Yeşilçay yine parlıyor ve büyüyor peyaz perdede...

(Nurgül Yeşilçay konusunda maalesef hiç tarafsız olamayacağım. Kendisini Antalya Altın Portakal'da kırmızı halıda gördüm ve bir kez daha şahit olduğum güzelliğine. Hatta o kadar bakmış olacağım ki nazardan eteğinde ki çiçeklerden biri yere takılıp yırtıldı.)
Aslına bakarsanız Nurgül Yeşilçay beyaz perdede biraz fazla hatta çok da fazla parladığını söylemeden geçemeyeceğim. Malum film "+13 ve Cinsellik Öğesi" işaretleriyle başlıyor. Ama genel olarak beni rahatsız eden bir çıplaklık yok ki zaten Nazlı karakteri sonuçta bir eskort kız.

Şefkat Hoca ile çini kursu sahnesi
İzlememiş olanlar için çok fazla konuyu anlatmayacağım ama eğer eski yeşilçam filmlerinin senaryosunu seviyor ve "Nerede o eski Türk sineması" diyorsanız, tavsiye edilebilir bir filmdir kendileri.
Osman Sınav imzalı Aşk Kırmızı'da sadece Nurgül Yeşilçay yok tabi ki. Ferhat karakteriyle Tayanç Ayaydın, Zeynep ve Burcu karakterleriyle de Ezgi Asaroğlu çıkıyor karşımıza.

Filmin müzikleri genel olarak, son zamanalarda sıkça dinlediğimiz Mehmet Erdem imzası taşıyor. Bana göre filmin içinde çok fazla bulunan müzikler yerinde kullanılmış.



Filmde dikkatimi çeken bir başka nokta ise Çini kursu. Osman Sınavın bu noktada farkını belli ettiğini görüyoruz. Nurgül Yeşilçay'ın canlandırdığı Nazlıgül karakteri çini kursuna devam ediyor ve bir kaç cümlede olsa çini sanatımızı tanıtıyor. Kurtlar Vadisiyle Türkiye'ye Ebru Sanatını tanıtan (Bir çoğu için Ebru Ömer Baba demektir.) usta yönetmen, bu filminde de kadim sanatlarımızdan Çiniyle adeta filmini imzalıyor.
Yüksek beklentiden uzak ve filmle kavga etmeden izlenirse, zevk alınabilecek bir yapıt.

Film benim için 10 üzerinden 5,5 puan 




İyi Seyirler Efendim...

22 Mayıs 2013

Antalya

HKB

8 Mart 2013 Cuma

Kore Sineması ve Ben, Sen, O




Inchon Havaalanında orjinal imzalı afişler sizi karşılıyor.

Bu kadar beklememeliydi bu yazı. Çünkü uzun zamandır ne hissettiğimi ve ne düşündüğümü biliyorum Güney Kore sinemasına dair... Peki, nereden başlamalı kelimelere dökmeye...
Çocukluğumuzdan beri neredeyse hepimizin evinde televizyon var. On yıla kadarda bilgisayarlar ve internetler girdi. Filmlerle gelen görsellik algısı "izleyici" için bir anlam ifade etmiyor artık. Yokluğunu bilemiyoruz, içinde doğduğumuz için. 
İşte bu görselimizin için de filmler ve özellikle "Batı" yapımı filmler en büyük paya sahip. Günlük hayatımızdan, sosyal ve hatta aile içine varan ilişkilerimizi şekillendiren bu yapımlar her haliyle bizi kuşatmış durumda. Bir filme başlarken, "Haaa, haaa bu şişko gözlüklü ölür." ya da eski filmlerde daha çok karşılaştığımız "Bu zenci ölür." gibi ön-görülerimizin çoğu haklı çıkmıyor mu? Neden peki? Türkçemiz de bunu tanımlamak için çok güzel ve yeterli bir kelime var: "Basma Kalıp"... Evet, üretilen ya da başka kusulan bir sinema bombardımanına maruz kalıyoruz. Yılda belki 10 tane harika film gelmiyor da değil lakin "Yeter artık ben sıkıldım, başka bir şey yok mu?" diyenlerin sayısı da hızla artıyor. 
Bu noktada önümüze bir kaç seçenek çıkıyor. Fransız ve İspanyolca (sadece İspanya birçok güney Amerika ülkesi) be doğu Avrupa yapımları izleyicinin ilgi ve alakasına göre ön plana çıkarken, karşımızda kısaca Asya sineması yükseliyor. Tabi bunun için de Hindistan’ın Bollywood yapımları artık dünya çapında bir başarıyı yakaladılar. (Bkz. Slumdog Millionaire, Life of Pi) 
Park Chan-wook
Dünyada ki milyonlarca anime sevenler için Japonca ve Japonca olan her şey çok cazip gelirken, hemen yanı başında bir ülkenin yapımları da dikkat çekmeye başlıyor, GÜNEY KORE! (Bu cümlede Japonya'yı ve Kore'yi kıyaslayıcı bir ifade yoktur ki keza Koreliler tarihsel sebeplerden dolayı bundan pek de haz etmezler) 
Bilenler bilir ama ben bilmeyenler için belirtmeliyim ki, Türkiye'nin dokuzda biri yüz ölçümüne sahip ve nüfusu elli milyon olan bu Uzak-Doğu Asya ülkesinin sinemasını dünya çapında takip eden azımsanmayacak kadar büyük bir kitle var. İşte beni de onlardan biri yapan bir kaç sebebi sizinle paylaşıyorum:
En önemli sebebinin üzerin de uzunca durduğuma inanıyorum; Batı özellikle Hollywood sinemasına karşı bir genel bıkkınlık.,, Yapımların gerçekten de üzerinde ustaca çalışılarak orta konması ve özgünlüğünü ikinci sebep olarak sayabiliriz. Genel olarak sinemaya ilgisi olanlar şuana kadar eminim en az bir kaç tane Kore yapımı ya izlediler ya da tavsiye aldılar. Burada kendi dallarında çok başarılı iki Koreli yönetmen ön plana çıkıyor: Old Boy'un babası  Park Chan-wook ve anlamak için en az iki defa izlemeniz gereken yapımlara imza atan Kim Ki Duk uluslararası film festivallerini sallayanlar arasında. Bkz. Cannes Film Festivali!
Kim Ki Duk


Aynı zamanda senaryoların özgünlüğü batı sinemasının da dikkatinden kaçmış değildir. Bir çok Kore menşeyli film, "telif hakları satın alınmak" suretiyle maalesef tekrar vizyona girmiştir. Burada niyetim kesinlikle ırkçılık değildir ama  "batının yeterince suratına ve de kültürüne maruz kalmamızın" yanında bir de bu uyarlamalar benim için oldukça can sıkıcı bir durum arz eder. Bkz,.My sassy girl, Lake House... Bu konu da ağır bir eleştiriyi de Özcan Deniz'e getirmek durumundayız. Uyarlama senaryo adı altında "A moment to Remember" filminin birebir aynısı "Evim sensin" diye çekmesinin hala bir mantığını algılamış değilimdir. Aklıma tek gelen sebep, maalesef çok çirkin olsa da: PARAdır ve parayı çuvalla götürmüştür, yaratıcılıktan ve özgünlükten nasibini almamış bu yapım. Saygı duyamayacağım maalesef... Bunun örnekleri çoktur ve çoğaltılabilir...
Lakin beni Kore sinemasına bu denli bağlayan özelliğinden bahsetmenin zamanı geldi sanırım: KÜLTÜR! Kore'yi "bizim için, binlerce kilometre uzakta olan ve çok farklı bir kültüre sahip olan bir ülke" olarak görenler büyük yanılgı içerisinde olduklarını bilmelilerdir. 60 yıl önce gidip de gelmeyenlerin hikâyeleriyle büyüdükten sonra Kore bizim için herhangi bi'yer olmanın ötesine geçmiştir. (Bunun hakkında koca bir yazı yazabilirim) Bununla birlikte, Kore ve Türk kültürleri arasında sanıldığından öte, şaşırtıcı derece büyük benzerlikler vardır. En basitinden iki kültür de "saygı" üzerine kurulmuş ve adetleri büyük oranda benzerlik göstermektedir. Diller arasında ki vurguların bezerlikleri ve daha nicesi... (Açıkçası yazmamak için kendimi kontrol ediyorum şu an yoksa konu dışına çıkmam an meselesi) Bu izlenimleri sadece filmlerden değil, Kore gezimden ve yakın arkadaşlarıma dayanarak yapıyorum.
Gianna Jun'u göremedim ama el izini gördüm.
Şahsen Korece'nin melodik olduğunu düşünüyorum ve çok seviyorum. Özellikle altyazılı izleyipte, vurgulardan ötürü zevk alacağız bir dildir, Korece...

Ama bunlar hep bir birlerine benziyor bu çekik gözlüler! Ben nasıl ayırt edeceğim şimdi bunları?
Sorusu genel bir yakarıştır ve gayette hak verilisidir. Tek cevabımız ZAMAN! Sadece bir müddet sonra aslında o kadarda benzer olmadıklarını göreceksiniz.... Benim gibi sesten bile ayırt etmeye başlaya bilirsiniz. Örneğin ben, Son Ye Jin'i ve Gianna Jun'u kimseyle karıştırmam aslında karıştıramam. :) 
Uzun lafın kısası, en kısa zamanda Kore sinemasını keşvetmenizi diliyorum! Çünki yenilik arayanlar için,keşvedilmeyi bekleyen büyük bir hazinedir. Ve evet, ben de gün gelecek belki Kore sinamasını sıkıcı bulacağım.Ama o gün bugün değil!