HKB Gözü Instagram'da

14 Haziran 2013 Cuma

HARİKALAR DİYARI GÜNEY KORE

Gyeongbokgung Sarayı'nın bahçesindeki gölller büyüleyici güzellikteler.


Mevlana der ki;

“Her gün bir yerden göçmek 

Ne iyi 

Her gün bir yere 
Konmak ne güzel 
Bulanmadan, donmadan 
Akmak ne hoş 

Dünle beraber 
Gitti cancağızım 

Ne kadar söz varsa 
Düne ait 
Şimdi yeni şeyler 
Söylemek lazım”



İşte burada ki “gitmek” fiiliydi benim yaptığım. Dokuz ay Fransa’da kaldıktan sonra, uzaklara çok uzaklara uçmaktı. Batılının kendini merkez kabul edip “Uzak Doğu” dediği yereydi yolculuğum. Nereye göre doğu? Nereye göre batı? Ve nereye göre uzak? Ben uzaklara giderken aslında, kendime, kendi içime bir yolculuk yaptığımın farkında değildim.
Gyeongbokgung Sarayı 
UNESCO’nun Busan’da düzenlenen yaz kampına kabul aldıktan sonra, bulabildiğim en uygun uçak biletiyle, Moskova aktarmalı, toplamda bir günden fazla sürecek ve yelkovanı, akrebin etrafında tersine 7 saat döndürerek Güney Kore’ye vardım. Yaz aylarında etkili olan yağışlar ve sıcaklardan kaynaklanan nemli bir havaya sahip Kore. Uçaktan indiğinizde de zaten sizi bir nem karşılıyor. Birkaç saniyeliğine nefes düzeniniz değişse de, Moskova ve Paris’in aksine yaz aylarında oldukça nemli olan Seul’e alışmak kolay. Ankara’dan Antalya’ya gitmek gibi bir şey.
Öncelikle, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının seyahat etmesinde ki ekonomik sebeplerden sonra vize probleminin gelmesi hepimizce bilinen bir durumdur. Güney Kore Cumhuriyeti, girişinde rahatlıkla vize alabileceğimiz ülkelerin başını çekmekte. Bunun birçok sebebi var. Ama hiç kuşkusuz 60 yıl öncesine uzanan Kore Savaşı döneminden kalma tarihsel yakınlığımız, bunun en büyük sebebi. Valizimin yanı sıra, yüklendiğim tüm bu düşünceler ve karnımda kelebekler uçuşturan bir heyecanla gittim, bazılarına uzak, bize yakın bu kardeş ülkeye.
Güney Kore, elli milyonluk nüfusunu Türkiye’nin dokuzda biri yüz ölçümüne sığdıran, Uzak Doğu Asya’nın parlayan yıldızı konumunda adeta. Aslında, Kore artık bölgesel bir güç olmaktan daha çok, gelişen ekonomisiyle, dünyanın en büyük on birinci ekonomisi haline geldi. Hepimizin bilindiği birçok markanın ana vatanıdır Güney Kore. Bunların başında Samsung gelmekte hiç şüphesiz. Kore’nin en büyük şirketi olan Samsung için Koreliler bile artık “Burası Kore Cumhuriyeti değil, Samsung Cumhuriyeti” demektedirler. Aslına bakarsanız, bu durum 1980 sonrası askeri yönetimin, bazı şirketleri desteklemesiyle oluşmuş, vahşi kapitalist düzeni getiren bir sistemin sonucu. Ama Kore, kendi kültür birikimi ve çalışkanlıklarıyla, örnek alınası bir sistemi kendilerine oturtmuş durumdalar. Öyle ki ne Avrupa’da ne de Türkiye’de teknolojinin günlük hayatta bu kadar iç içe geçmiş bir örneğine daha rastlamadım.
Seul’e varmak için önce dünyanın en iyi iki metrosunu kullanmam gerekti. 9 katı aşan, duraklarının yerleşimiyle çok kullanışlı ve bir karınca yuvasına benzeyen Paris metrosu, diğeri ise, Sovyetlerin adeta güç güç gösterisinde bulunduğu ve her bir istasyonunun sanat galerisi gibi tasarlandığı Moskova metrosu. Seul, bu iki şehrin metrosuna nispeten çok daha genç bir metroya sahip. Benim en çok dikkatimi çeken özelliği ise, temizliği oldu. Gerçekten oldukça aydınlık ve düzenli olan bu metronun, her gece özel kabinlerde yıkandığı ve içinin her gece silinip, ilaçlanıp dezenfekte edildiğini sonradan şaşkınlık içerisinde öğrenecektim. Bu durum New York metrosu için bir hayal bile olamaz. Metronun bir başka dikkat çeken tarafı ise, yaşlılar bölümü. Evet, kültürlerini modernlikle başarıyla birleştiren bir ülke, Güney Kore… Metrolarında, sadece hamile bayanların ve yaşlıların oturabileceği özel bölmeler var ve tıklım tıklım dolu olduğu zamanlarda bile buraları boş olarak göre bilirisiniz.

Gyeongbokgung Sarayı'nın bahçesindeki gölller büyüleyici güzellikteler.

Belki de bu noktada biraz daha Kore kültürüne değinmek gerekiyor. Kore, kilometrelerce uzaklıkta olmasına rağmen, Türkiye’nin uzak doğudaki karşılığıdır. Bunun üzerinde biraz kafa yorunca sebebi de ortaya çıkıyor: Saygı. Hem Kore hem de Türk kültürünün saygı üzerine inşa edilmiş olduğunu görüyorsunuz. Kültürün ayrılmaz bir parçası olan dil ise belki de bunun kanıtlana bilirliğini kolaylaştırıyor. Bir örnek vermek gerekirse, ne İngilizcede ne de Fransızcada, Türkçemizde bulunan saygı kelimelerinin anlamlarını bulamıyorsunuz. Kendinizden büyük ama “Madame” diyemeyeceğiniz kadar samimi olduğunuz bir Fransız bayana ismiyle hitap etmeniz gerekiyor; yaşı sizden ne kadar büyük olursa olsun. Ya da “abi-abla” kelimelerinin tam karşılığını bulamıyorsunuz. Oysaki Korece bu konuda Türkçe’ den belki de daha da özenli. Cinsiyete göre bile değişir bu saygı kelimeleri. Mesela kızlar abi için “oppa derken, erkekler “hyoung” diyorlar. Abla kızlar için “unni” iken erkekler için “nuna oluyor. Ve kesinlikle sizden bir yaş bile büyük olsa, yine de saygı ifadelerini tam kullanmanız gerekiyor. Aksi durumlar çok kaba olarak karşılanıyor.

KÖTÜ HER YERDE KÖTÜ

Seyahatlerimde, göğüs kısmında fermuar cebi bulunan özel bir atlet kullanıyorum. (size de mutlaka tavsiye ediyorum) Bu cebe, fazla paramı, pasaportu ve oturma izni gibi önemli belgelerimi koyuyorum. Kore’ye giderken de öyle yaptım. Lakin ilk dakikadan itibaren sizi saran nemden ötürü, üstümü değiştirdim ve atletimi sadece bir saniyeden bile kısa zaman diliminde düşünerek, çantama kattım. Arkadaştan öte, kardeşim Hyung-suk beni karşıladı ve küçük bir turun ardından Busan’a gitmek üzere beni trene bindirdi. Her zaman olduğu gibi, elimizde ki olasılıkları sundu ve seçimi bana bıraktı. Birincisi Fransa’nın TGV’leri gibi hızlı tren olan KTX ya da bizim Anadolu trenlerimize benzeyen Mugunghwa (hatmi çiçeği anlamına gelir ve Kore’nin milli çiçeğidir) treni. Yaklaşık olarak yarı yarıya daha ucuz olan Mugunghwa Treni süre olarak iki kat yavaş. Yaklaşık olarak 25.000 won kar etmek için, Mugunghwa’yı tercih ettim. Vagondaki boş yere konulan valizimi ben de koydum. Ama görünüş bakımından, buram buram turist olduğum belliydi. Bu tren, taşralara kadar duran, adeta dolmuş işlevi görüyor. Saatlerce uçmanın ve zaman değişimin verdiği etkiyle, ben hemen uyuya kaldım. Ne kadar sonra olduğunu bilemiyorum, tuvalete gitmek için kalktığımda, deyimin yerindeyse “valizimin yerinde yeller esiyordu”. İlk önce bir yanlışlık olduğunu düşünüyorsunuz bu durumda, çalınmaya ihtimal vermiyorsunuz. Görevliyle birlikte treni alt-üst etmemize rağmen valizimi bulamadık. İşte orada acı gerçekle yüzleşiyorsunuz. Ama trende yanımda oturan genç bayan ve görevli hiç yalnız bırakmadılar beni, gereken anonşlar yapıldı ve trenden ildiğimde beni arkadaşlarım Namik, Sieun ve bir de polis memuru bekliyordu. İki saat kadar ayrıntılı bir şekilde ifade verdim. Karakolda 14 sayfalık rapor yazıldı, belki sigortam karşılar diye. 14 sayfayı da katlayıp birleştiği yere parmak bastım. Bir zaman sonra eğlenceli bir uğraşa döndü. O kadar iyi bir muamele gördüm ki, polis abilerle çıkışta kol kola fotoğraf bile çektirmeyi ihmal etmedik. Tüm kamera kayıtlarına bakıldı ve birkaç defa da arandım ama maalesef bir sonuç çıkmadı. Ama ben hala pasaportumun, paramın, oturma izni ve tabletimin benimle olmasının büyük bir şans olduğuna inanıyorum.


Rengarenk bir labirent gibi kutu evler Gamcheon Cultural Village

Gökyüzüne Yükselen Merdiven: Gamcheon-Dong

Halmonilerin (Büyükanne) sevgilisi HKB :)
Güney Kore de ki ilk günüme kötü bir başlangıç yapmış olsam da, sonradan kampta ki Koreli arkadaşlar sayesinde ikinci gün hiçbir şeyim kalmadı. Kamp yerimiz, Güney Kore’nin en büyük ikinci şehri olan Busan’a da bulunan Gamcheon Culture Villagedi. Burası Kore savaşından sonra göçlerle U şeklini anımsatan bir dağ eteğine kurulmuş, zamanla şehrin içinde kalmış bir köy. Kore’nin kadim dinlerinden olan Teageukdo’nun tek tapınağı da bu U’yu tek noktalı Ü yapacak şekilde yerleşmiş bulunuyor. Savaş sonrası bu dine inanlar için, basamak basamak, kimsenin güneşi kapanmayacak şekilde adeta tenekeden, sadece uyumaya yetecek şekilde barakalar yapılıyor. Buraya yerleşen halk zaman içerisinde evlerini geliştirip betonlaştırıyor. Şu an baktığımızda bir yandan Machu Picchu’ye anımsatan Gamcheon, aynı zamanda rengârenk parçalardan oluşmuş bir yapboz gibi adeta. Bu sokaklarından sadece bir insanın geçebileceği ve rengârenk evlerin arasında kaybolacağınız eşsiz yerin güzelliği aynı zamanda en büyük sorunu. Modern bir yaşama el vermeyen fiziki şartları ve hızla yaşlanan nüfusa oranla göç eden gençler…
İşte bu noktada sivil toplum örgütleri ve bir avuç gönüllü devreye girmiş durumda. Boşalan ve sahibi olmayan bazı evler, özel sanatsal galeriler haline getirilmiş. Evlerin bakımında da yardımcı olmalarının yanında, ünlü metal sanatçısı Young Sup Jin’in de büyük bir özverili çalışmaları, bu yıl Gamcheon’un Asya’nın en güzel köyü ödülü almasını sağladı. Balıkçılıkla ünlü olan Busan’da, binlerce eski balık kasalarının parçalarını, halk ile birlikte boyayarak, köyün dar sokaklarını renklendirdiler. Öyle ki artık yolunuzu kaybetmek pekte mümkün değil, tek yapmanız gereken rengârenk balıklarının ağzı yönünde ilerlemeniz. Bu denli çalışmalar artık hükümetinde dikkatini çekmiş bulunmakta ve artık yok olup gitmekten kurtulan Gamcheon’un geleceğine daha iyimser bakmaktalar. Bence işin sırrı kendini adanmışlıkta yatıyor. Gönüllülerin heyet başkanı elli beş gösterdiği için seksen yaşında olduğuna kimseyi inandıramıyor. 
Gamcheon’dan benim gibi birkaç Korece kelime öğrenerek, günlerinin çoğunu kapılarının önünde geçiren babaanneler ve dedelerle iletişime geçmeniz çok kolay. Size ilk yapacakları, Kore’de oldukça pahalı olan karpuz önermek olacaktır. Onları özlemediğim tek bir günüm bile geçmiyor.


Balkonumuzdan Gamcheon

Busan ’da Yeniden Bir Türk Genci

Kamp sırasında bin üç yüz yılı aşkın yaşıyla Kore’nin en önemli Budist tapınaklarından biri olan Beomeosa Tapınağını da ziyaret etme şansı yakaladık. Burada, bize İngilizce bilen yaşlı bir Budist rehber eşlik etti. Merdivenleri çıkarken, nerelisiniz diye sordu ve çıkmaya devam etti. Her birimiz teker teker nerelerden geldiğimizi söyledik: Tayvan, Japonya, Hong Kong, İspanya, Irak, Rusya, Zimbabwe ve Türkiye dediğim anda bir anda durdu ve dönüp yanıma geldi. Elini omzuma koyarak “Türkiye bizim en dost ülkemizdir” dedi. İşte o an, benimle birlikte getirdiğim duyguların boş olmadığını gördüm. Orada bulunan herkesten bir farkım olduğunu da… Bu duruma birçok defa şahit oldum. Açılışlarda, takside, müzede, bir yeri ziyaret ederken… En önemlisi de; UN Park’ı ziyaret ederken…
UN Park, Birleşmiş Devletlerin Kore Şehitliği ve bu şehitlikte ki en önemli yerlerden birini de Türkiye alıyor. On beş bin kişiyle katıldığımız Kore Savaşında binin üzerinde kayıp veriyoruz. UN Park’ta ise 462 tane gerçek beden yatıyor bizden. Hayatımın en dokunaklı ziyaretiydi şüphesiz. Gözyaşlarınız kontrolünüz dışında süzülüyor. Bayrağımız ve toprağımızın arkasında, her biri güller içinde, ay-yıldızlı taşlar parlıyor. İsimler çeşit çeşit… Listeden bakıyorum, dört Kadir bir tane de Hikmet var şehitlerimizin arasında. Taşların arasında yürüyorum yavaş yavaş, bir tane “KADİR” ismi gözüme ilişiyor. Yaşı 22… Benim bu topraklara geldiğim yaş… Bundan tam altmış sene önce neresi olduğunu bilmediği topraklara gelen ve burayı kanıyla şereflendiren Kadir yatıyor önümde. Burası özgür kalsın diye, toprağın altına giriyor genç yaşında. Şimdi bir Kadir toprağın altındayken, diğeri üstünden ona Fatiha okuyor. Memleketinden selam getiriyor.
İşte gözyaşları içerisinde şöyle dedim Namik’e: “Burada sadece 462 tane beden değil, 462 tane baba ve 462 tane de anne yatıyor…”
Geleneksel Kore kıyafetleri Hanbok

Kore Yarımadası Ve Japonya

 Busan sadece UN Park ve savaştaki rolüyle değil, konumu gereği Japonya’yla olan tarihsel bakımdan da önemli bir şehir. Japonya ne zaman adadan dışarı çıkmak istese, hep Kore yarımadasını işgalle ve de hep Busan’ı işgalle başlamış. Öyle ki Busan bu dönemde Japon emperyalizminin en büyük limanlarından biri haline gelmiş. Kore günlük yaşantısında bile bu Japon kolonisinin izleri hala görünmekte. Gerçekten de, Kore’nin tarihi sarayları ya da mekânlarını gezerken kronolojik olarak karşımıza, “1468 tarihte yapıldı sonra Japonlar tarafından yakıldı, sonra tekrar inşa edildi, sonra tekrar yıkıldı” örnekleri çıkıyor. Hiç şüphesiz, bu kültürlerini de etkileş, mesela önceden Kore Mutfağı bu kadar acı değilmiş. Tarihi sorgulamak değil işimiz ama bir olay var ki Koreliler bunu asla affedemiyorlar.
Çeşit çeşit ve rengarenk yelpazeler alıcılarını bekliyor.
O da, ikinci dünya savaşının hemen öncesinde gelişen Japon emperyalist ordularının ihtiyaçlarını karşılamak üzere Kore başta olmak üzere sömürü ülke kadınlarından bir seks ordusu yapılması! 15 Ağustos Kore’nin Japon kolonisinden kurtuluş yıl dönümü ve bugün takdire şayan bir protestonun günü. Binlerce Koreli her 15 Ağustosta, Japon Büyükelçiliği önünde oturma eylemi yapıyor. Sadece gidip elçiliğin önünde oturup bu olayı protesto ediyorlar. Ben oradayken, özellikle sabah erken kalkıp elçiliğe gittik lakin bardaktan boşalırcasına yağan yağmur bizi metro istasyonundan dışarı bile çıkartmadı. Bu durumu, Samsung-Sonny çekişmesinden tutunda, olimpiyatlarda Güney Kore Futbol takımının Japonya’yı yenmesinin milli bir olay haline gelmesinde bile görebilirisiniz. Yine büyük bir şanstır ki, bu kutlamalara şahit oldum.

Kore Mutfağı ve Biz

Masa içindeki mangal ve çeşitli mezelerle KALBİ! 
Kore mutfağının temel malzemelerinden biri maalesef domuz eti… Helal olan her şeyden, tıpkı bir Koreli gibi yemeğe çalıştım, kaldığım süre zarfında. İlk olarak söylemem gereken şey: acı! Çok acı, öyle böyle acı değil, çok çok acı! Normalde de acıyla pek arası olan bir insan olmadığım için, Kore yemeklerini acı bulmam normal. Belki orada olmaktan çok zevk aldığımdan olsa gerek, yemeklerinden de oldukça zevk aldım. Tabi anlamlandıramadığım birçok deniz ürünü yemek zorunda kalmış olsam da…
Türk mutfağının vazgeçilmezi ekmeği, Uzakdoğu mutfaklarında bulmak imkânsız. Kore’de onun yerini size sıcacık metal kaplarda servis edilen pirinç lapaları ve Kimchi (kimçi) alıyor. Kimchi, bizdeki lahana turşusununu anımsatsa da tat olarak farklılıklar barındırıyor. 200 çeşit kimchi bulunmasıyla birlikte, en bilindiği tatlı turptan ve bir çeşit lahanadan yapılan. Acı sosla ve bol biberlerle yapılması usulden geliyor. Kampta ki kimchileri yemeğe başlamışken, Hyung-Suk’un evinde ki kimchilerin bir parçası bile gözlerimi 360 derece dönüp, görüntünün birkaç saniyeliğine kararmasına sebep oluyor. Çubuklarla yenilen kimchi, bir kaşık lapa ve yosun çorbası güzel bir öğün yemek Kore’de.
Lütfen abarttığımı sanmayın ama Kore yemeklerine alışma süreci gerekiyor, tabi ardından da bağımlılık yapıyor. Örneğin Bibinbap. Temelde birçok farklı malzemenin bir kap içinde sıralanıp, ayrı bir kapta servis edilen pirinçle karıştırılarak oluşan, bulabileceğiniz en “helal” yemek.
Bunun haricinde, Busan’ın sıcak havasında bire bir gelen Muyangdong ya da çeşit çeşit makarnalarda mevcut değil. Özellikle sizi adeta kendi masanda kendin ye, kendin pişir restoranlarında Kalbi yemeği öneririm. Yemekler geleneksel olarak yerde yeniliyor. Ve masanın ortasında bir çeşit mangal bulunuyor ve burada soslu etinizi makas yardımıyla kendiniz pişirip anında istediğiniz gibi de yiyorsunuz. Kore barbeküsü, sadece bir yemek değil aynı zamanda da kültürel bir olay. İş görüşmelerinden tutun da arkadaş buluşmalarının ilk durağı…
Busan

Seul’ de Gezilecek Yerler

Yeni bir kültürü öğrenmekten zevk alıyorsanız, Seul’u gezmek için birkaç haftadan fazlasına ihtiyacınız var demektir. Seul Kore Savaşı sırasında çoğu yıkılıp yeniden inşa edilmiş olsa da, beklentilerinizin çok üzerinde bir şehir. Her şeyden önce dünyanın en kalabalık başkentlerinden biridir Seul.
Gezmeye ilk başlayacağınız yer kesinlikle Gyeongbokgung Sarayı olacaktır. Burası biz de ki Topkapı sarayına denk gelmektedir. Kralın günlük işlerini hallettiği ve yabancı elçileri ağırladığı yerde dâhil almak üzere birçok bölmesi mevcuttur. Çok geniş bir yerleşkesi olan bu saray günümüzde eski ihtişamına kavuşturulması çalışmaları devam etmektedir. 1395 yılında inşa edilen saray aynı zamanda Joseon Hanedanlığının da ana sarayı olarak kullanılmıştır. İlk Japon istilasında tamamen yakılan alan önceden adeta bir şehir havasında iken şu an binalar seyrektir. Bu da yaz aylarında ziyareti oldukça zorlaştırıyor.
Sarayın içinde bulunan havuzlu bölmeler gerçekten de görmeye değer bir güzelliktedirler. Özellikle nilüfer çiçekli göller ortasında ki köşkler.

Gyeongbokgung'ga ki Secret Garden'da ki küçük göletler

Saraya girişte kombine bilet almanız çok daha ekonomik olacaktır. Seul’de artık şehir içinde kalan birçok irili ufaklı saray bulunmaktadır. Buraya çok daha uygun fiyatlarda sıra beklemeden girebilirsiniz. Bunlardan biri hemen Gyeongbokgung’un arkasında bulunan Secret Garden diye anılan ve sadece kral ailesi ve hocalarının girebildiği özel bölgede dâhildir. Ölmeden önce görülesi bu yerde adeta kendinizi özel hissedecek ve zamanın birkaç yüzyıl geriye alındığını farkedeceksiniz. Bir de eğer yorulmadan Şiir Bahçesine giderseniz işte o zaman Cennet’in buraya benzer bir yer olduğunu düşünmeden edemeyeceksiniz. Ormanların içinde, yaklaşık beş- altı kök ve hayat çeşmesinden sızan su sizi başka diyarlara götürecek. Tek problem, gözünüzü bile açmanıza izin vermeyen sivrisinekler olacaktır ki burada mecazi bir anlatımdan öte gerçekçi bir anlatım vardır. Sözün kısası gözünüzü açtığınız an, gözünüze giriyorlar. İşte o zaman cennetin buradan çok daha güzel bir yer olduğunu anlamam için sivrisinekler, bana cevap oldu.
Sarayın hemen yanında bulunan Korean Folk Museum ise sizi ilk çağlardan, günümüze uzanan ve Kore kültürünü daha iyi anlamanızı sağlayan bir seyir sunmaktadır.
Gyeongbokgung Sarayı’nın hemen önünde merkezi Gyeongbokgung Meydan’ı bulunmaktadır. Bu meydanda ise dikkatimizi iki Kore kahramanının heykelleri çekiyor. Bunlardan ilki büyük Kore kralı, Kral Sejong. 




Büyük Kral Sejong'un heykeli ve Kültür Merkezi


Kendisi Kore alfabesi başta olmak üzere birçok icadında mucidi bir bilge-kral. Sejong Kore kültürünün temel taşlarının oturmasında da kilit rolü oynamakta. Heykelin hemen altında, Sejong Müzesi bulunmakta. Diğer tarafta ise ünlü Koreli Amiral Yi Sun-Si ye ait. Kendisi Japonlara göz açtırmamasıyla meşhur. Bir keresinde üç yüz Japon gemisine karşı on iki gemiyle galip çıkıyor ve aynı zamanda kendisi de birçok gemi tasarlamış. Heykelin hemen altında onun da müzesi var. Önün de ise, “ah çocuk olsam ben de” denilesi fıskiyeler ve içinde sırılsıklam oynayan Koreli çocuklar.



İmrenmemek elde değil
Kore’de birçok saray binasının yanında gezilesi çok fazla geleneksel pazarları var. Bunlardan en bilinenleri, Namdaemun, Dongdaemun ve Nampy gelse de Namdaemun merkeziliği ve çeşitliliği açısından benim en sevdiğim. Burada çeşit çeşit deniz ürünlerinden, sokaklarda satılan ve satıldığı gibi yenilen envai çeşit Kore yemeğinden tutun bizim marketlerde ne satılıyorsa hepsini bulabilirsiniz. Hatta kültüre karşı çok ilgiliyseniz, Kore geleneksel kıyafeti olan Hanbok almak için de uygun bir yer. Kore’de genelde pazarlık anlayışı olmasa da denemekten çekinmeyin. Öğrendiğiniz birkaç küçük Korece kelime ile onlara çok sevimli geleceğiniz için, indirim koparmanız olasıdır. Ben bir keresinde bunu abartıp az kalsın, “No, diskantiii itss so çipiii” diye ağır bir Korece aksanlı İngilizceyle konuşan satıcıyı teyzeyi ağlatacaktım. Ama Korelilerde de siftah anlayışının olduğunu keşfettim böylece. Ama hediyelik eşya almak için Insa-dong’a gitmeniz yerinde olacaktır. El yapımı kitap ayraçlarından yelpazelere, fırçalardan Budist eşyalarına kadar birçok seçenek arasından seçmekte zorlanacaksınız.
Seul Merkez Cami
Bunun yanında özellikle geceleri uğrak bir ziyaret alanı olan Namsang Kulesi ışıl ışıl bir Seul’u ayaklarınızın altına seriyor. Teleferikte seyir cabası… Eğer biraz daha ulus-üstü bir yer görmek isterseniz, Itaewon sizi bekliyor demektir. Metrosunun çıkışında burnuma döner kokusu gelen bu yerde Türk restoranları büyük rağbet görüyor. Itaewon’un bir başka önemli özelliği ise Seul’ün tek camisi olan Seul Merkez Camisi’nin bulunması. Kore’de Müslümanlığın ilk izleri Türk Tugayımızla görülüyor ve ilk mescit de bu zamanda inşa ediliyor.





Kilometrelerce uzağımızda, bir o kadar da yakınımda olan Güney Kore size keşfedilmeyi bekleyen nice gizemler sunuyor. Yurtdışı ya da tatil deyince aklıma gelen görüntünün Eiffel kulesinin arık dışına çıkması gerektiğini düşünüyorum. Artık, Uzakdoğu’nun da farkına varmanın zamanı geldi. Eşsiz bir kültürel zenginliğin kapısını aralamaktan emin olun büyük mutluluk duyacaksınız. Güney Kore işte bu konuda beklentilerin üstünde bir ülke olarak önümüze çıkıyor ve ziyaretçilerinin hafızalarında muhteşem hatıralarla, tekrar gelme dilekleriyle gönderiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder